19 Ocak 2011 Çarşamba

KAPI DUVAR


Upuzun bir yolda yürüyordum. Geniş, kocaman, ağaçlık yolda… Güneşin boylu boyunca aydınlattığı… Sağlı sollu süslü binaların ve kapılarının sıralandığı yolda… Kimi kapı kocaman, kimi küçüktü. Kimi aydınlık bir avluya açılıyordu, kimi karanlıklara. Kiminin ardındaki yapı köhneydi, kimininki yepyeni. Kimi kapı kendiliğinden açılıyordu bana, kimi anahtarını bulmam için oyun yapıyordu. Ama ben yürümeye devam ediyordum.

Bir kapının önünde bir süre durmuştum aslında. Tam içeri girecekken yüzüme kapanıverdi. Anahtarı yere düştü, kapının altından içeri kaydı, geri alamadım. Parmaklarımın ucundan son anda kaçırdım. Çok uğraştım kapıyı yeniden açabilmek için, ama nafile. Kapı kararlıydı bir daha açılmamaya. Ben de yola devam etmeye karar vermiştim. O varaklı, taptaze cilalı ve geniş kapıyı ardımda bırakarak…

Derken, karşıma o kapıya çok benzeyen bir başkası çıktı. “Acaba ben bir dairenin etrafında mı yürüyorum, aynı yere mi geldim?” dedirtecek benzerlikte… Önünde durdum bir süre emin olabilmek için. Aynı kapı olmadığından emin olabilmek için… Değildi. Ardındaki yapı daha büyük, gösterişli, daha eski ama sağlamdı. Evet, çok benziyordu eski kapıma, ama kesinlikle ondan farklıydı. Ardındaki binanın heybetinden, nefes kesici güzelliğinden anladım farkı.

O upuzun yolda, başka kapıların önünden geçmek varken, durup bu benzerliği izlemeye başladım hayretler içerisinde. Ve daha önce görmediğim, diğer kapıda olmayan olağanüstü güzellikteki detayları… Altın sırmaları, çiçekli işlemeleri, zanaatkarın parmak izini, kilidin parlaklığını hayranlıkla izledim. Ve bir adım geriye gidip binanın güzelliğine baktım. Sonra camlardan içeri kaydı gözüm ve şevkimi kıran bir şey gördüm: Kapının arkası duvardı. Evet, heybetli bir bina yükseliyordu ardında, ama kapının iç tarafına duvar örülmüştü. Pencerelerin içine bakınca, duvar çok net görülüyordu.

Üzgün bir şekilde kapıya bakmayı sürdürdüm. Hayranlıktan gözümü alamıyordum. O geniş yolda sıra sıra kapılar dizilmiş, güneş ışığında parlıyor ve beni çağırıyordu ama ben o binanın gölgesinde durmuş, o süslü dev kapıyı izliyordum. O kadar şaşkınlıkla ve hayranlıkla seyrediyordum ki, kapının anahtarı çıkıverdi hemen altındaki boşluktan. Çıktı ve ışıklar içinde parlayarak avcuma kondu. Artık, elimde parlıyordu altın anahtar, gölgede olmama rağmen ışıl ışıldı avcumda.

Tekrar kapıya baktım, sanki rüzgarda bir fısıltıydı beni çağıran sesi. Yaklaştım, daha da yaklaştım. Tam önünde durdum kapının. Anahtarı deliğe doğru uzattım, kilide taktım. Ama çevirmedim. Çevirmiyorum. Çevirmeyeceğim.

İstesem kapıyı açardım şimdiye kadar. Beni çağıran fısıltısını hayal meyal işitmeme rağmen… Ama arkasındaki duvarı görmek istemiyorum. Şevkimi kıran, içeri girmemi imkansız hale getirecek o kapıyı açıp da, kapının eşsiz güzellikteki manzarasından etmek istemiyorum kendimi. Kapı kapalıyken daha güzel. Onu seyretmesi, açmaktan ve duvara bakmaktan daha güzel. O kalın duvara bakacağıma, kapıya bakarım daha iyi.

Aslında, istesem duvarı da yıkarım. İstesem, hiç durmaksızın yumruklayarak dayanıklılığını azaltır, uzunca bir süre sonra üstünde delik açılmasını sağlarım. Ama bana ne faydası olur? İçeri giremem ki. Ya da istesem, elime balyoz alıp yerle bir ederim o duvarı. İçeri girebileceğim kadar yer açarım kendime. Ama kapıya da zarar veririm. O güzelliği, o zarafeti bozulur, o zaman ne anlamı kalır içeri girmenin? Kapı geri kapanmadıktan sonra… Hem kim ister enkazın içinde oturmayı?

Tek çarem, kapının, o duvarı kendi isteğiyle tamamen yok etmesi. O kapıda öyle bir irade var ki, istese o duvarı, arkasında en ufak bir toz zerresi bile kalmadan yok eder, ben de sağsalim içeri girip kapıyı kapatır, o görkemli yapının içinde bir ömür yaşarım. Ama ben kapıyı açmadığım sürece, o kapı o iradeye sahip olmayacak. Kapıyı açsam bile, isteyemem duvardan kurtulmasını. Belli ki bir bütün olmuşlar, harç ile kaynamışlar birbirlerine. Belki duvar olmadan kapı da yıkılacak. Bilemiyorum ki. İsteyemiyorum kapıdan duvarı yıkmasını. Kapıyı da açmak istemiyorum. Anahtarı bana veren kendisi ama açamıyorum.

Anahtar kilitte bekliyor, ışıl ışıl parlıyor, kapının üstündeki altın sırmalar göz alıcı güzelliğiyle karşımda duruyor. Bakmaya devam ediyorum. Bir yanımda o upuzun ve güneşli yol uzanırken, kimse beni kapıya prangayla bağlamamışken, aslında istesem bırakıp gidebilecekken, durup gölgede izliyorum süslü kapıyı. Düşlüyorum sonuna kadar açıldığını ve beni ardındaki aydınlık salona buyur ettiğini. Gözlerimi kapattım, kapıyı izliyorum. Güneş o uzun yolda parlıyor, ben kapının gölgesinde üşüyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder