25 Ocak 2012 Çarşamba

MUŞAMBA 25.01.2012


Merhaba muşambacı gençlik!

Nasıl geçti bakalım bir haftanız? Benimki fena değildi. Dağlar beni çağırıyordu; gittim, bir ziyaret ettim; pek memnun kaldılar. Ellerini öptüm, bi’ çaylarını içtim, karlarını yedim, geldim. Ayrılırken de “Rakı, şiş kebap çok güzel; yine gelecek ben.” dedim.

Ocak soğuğunu iliklerimizde hissederken, ölüm yıldönümlerinde andığımız insanların hikayeleri de ruhlarımızı üşütüyor. Ocak ayı, ne tesadüftür ki, ülkemizin birçok önemli insanının katledildiği ay. Uğur Mumcu, Gaffar Okkan, Özdemir Sabancı, Hrant Dink… Hepsi ocak ayı içerisinde öldürüldüler. Ve ocakta hayatını kaybeden başkaları da var. İsmail Cem mesela… Çok sevdiğim ve beğendiğim bir insandı. Çok zarif bir siyasetçiydi. Ama, iyiler fazla yaşamıyor işte.  Ve çok yakın zamanda kaybettiğimiz Rauf Denktaş ile Lefter Küçükandonyadis’i unutmayalım. Bu arada, komşunun da başı sağolsun, dünyaca ünlü yönetmenleri Theodoros Angelopoulos’u saçma sapan bir trafik kazasında kaybettiler.

Tüm merhumların huzur içinde uyumalarını diliyoruz.

Gelelim kendi gündemime…




Sabah haberlerde bir haber gördüm, hani ‘haberlerden haber beğen’ derler ya, öyle bi’şey. Beğenmedim orası ayrı da, günün haberiydi bence. 44 ülkede yapılan İngilizce düzeyi araştırmasında Türkiye, Avrupa sonuncusu olmuş. Dünyada da Kazakistan’dan sonra ikinci en kötü ülkeyiz. Norveç, Hollanda ve Danimarkalılar çok iyi konuşuyormuş. E, iyi de kardeşim, bu sonuca ulaşmak için 43 ülkeyi taramanız gerekmiş olabilir ama Türkiye’de araştırma yapmanıza gerek yoktu ki. Sorsanız ben söylerdim. Türkiye’ye gelen her yabancı “Ya, her şeyiniz iyi güzel de, şu dil sıkıntınız çok fena. Bir şeye ihtiyacımız olsa ilaç için halimizi anlatacak bir insan bulamıyoruz” falan diyor. En uç örnek de, Fransız bir arkadaşımın İngiliz menşeli dört harfli bir banka şubesinde, hem de İstanbul’un en turistik yeri Beyoğlu’nda, derdini İngilizce olarak anlatabileceği bir adam bulamaması. Kızın işini halledebilmek içn taaa bilmem nerdeki şubeden adam getirmek zorunda kalmışlar. O derece! Ve Türkleri de en çok şaşırtan şeylerden biri, gittikleri en sefil ülkelerde bile İngilizce bilen dilencilere rastlamış olmaları. Halimiz harap valla. Halimiz harap, içelim şarap.


Fotoğrafa bakıp konuyu ne zaman oraya bağlayacağım diye bekliyorsanız, hiç beklemeyin. Fotoğrafı geçin, habere, yazıya odaklanın. 

İt gibi içki içmek…





Biz şarap içelim iyi güzel de, bu köpeğe kim bira içirdi kardeşim? Neden böyle bi’şey yaptınız lan? Skol bira reklamı mı bu? Garibim, ne de güzel oturmuş diii mi? Patinin teki, duvara dayanmış falan. Seksi bir duruş bi’ bakıma. İyi ki hayvancığa kaş göz çizip makyaj yapmamışlar. Bir de bazı hayvanlara böyle fetiş şeyler giydirirler ya? Onu da yapmamışlar neyse ki. Zavallıcık, içmiş yamulmuş. Kim içirdiyse gelsin alsın yahu! İçince şu köpecik gibi efendice kendi kendine bir köşede sarhoşluğunu yaşayan insanlara da saygım sonsuz. Ağzınızla içiniz, kendi bedeninizle sarhoş olunuz. Lütfen başkalarını rahatsız etmeyiniz. Edenleri dürtükleyip kaçınız.

Türkçe, bildiğimiz gibi değilmiş





Şu Türkçe’yi okunduğu gibi yazmayalım, yazdığımız gibi okumayalım beyler, hanımlar. Sonra böyle Facebook köşelerinde madara oluruz. Etmen eylemen. Daha da yorum yapmam Davos’a!

Zaten ne idüğü belirsiz, afedersin





Arkadaşın yorumuna katılmamak elde değil velhasıl (elde değilse nerde o zaman?). Düşüncelerimize tercüman olmuş, kamu vicdanını rahatlatmıştır kendisi. Buna da yorum yok, zaten burada yapılmışı var.

Okunmuş pirinç, üflenmiş şiir





Bazı satırlar, bazı sözler vardır ki, okuyan aşık olur. Bu şiir de öyle olsa gerek. Eh, amca da şanslıymış hani. Ben, aşıkken beni bırakıp gidenlere ne mektuplar döşendim, adamlar tınmadı. Yazanda değil maharetin tümü, biraz da okuyanda galiba. Öküzün önünden tren geçse nasıl bir etki bırakır öküzde? Bir de aynı trenin Kızılderililerin önünden geçtiğini düşünün. Tren onlar için define demek, ganimet demek. Öküz için ise çok oturgaçlı tüttürüklü götürgeç. Olay budur abicim. İletişimde, senin gönderdiğin mesaj, karşı tarafın beynindeki kodlarla örtüşmüyorsa, o mesajı dekode edemiyo beyin. Beyin bedava da, senin yıllar evvel izlediğin Cine5 yayını gibi oluyo işte. İstediğin kadar şiir yaz, Nobel Edebiyat Ödülü al, adamın beyninin, kalbinin şifresi sana kripte edilmişse, o şifreyi çözüp de içeri giremen, gideni de döndüremen. Gün gelir anlar ne demek istediğimi nasılsa. Ben de şimdi o mektuplarımı okuyup, ne güzel yazmışım, diye kendime küçük mutlulular yaratıyorum işte. Hee, salağım, var mı?

Bu haftalık da bu kaaa. Haftaya gene görüşürük. Zate haftaya yeni bir aya giriyoruk. Bu sene 29 gün çekecek olan ay aşağıdakilerden hangisidir?

a) recep
b) şubat
c) muharrem
d) aralık

Cevabını yaz, bir boşluk bırak, adını, soyadını yaz, kopyala, aha da aşağıdaki yorum kutusuna yapıştır gitsin. Annene selam söyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder