29 Kasım 2011 Salı

ÇARŞAMBA MUŞAMBA 30.11.11



Bu hafta gündem epey yoğun. Gerçi, Türkiye’de gün geçmiyor ki gündem de değişmesin ama, gün geçmiyor diye diye yılları devirdik, kimse farkında değil. Yine de bu haftanın gündemi kalabalık ve yer yer neşeli. Zira, AB başmüzakerecimiz Egemen Bağış, Leonardo da Vinci’yi saygıyla andığı esprisiyle tüm Türkiye’nin sempatisini kazandı.

Ben kamyon sürdüm, Leonardo da Vinci (gülüşmeler…)


Aslında Leonardo da Vinci günümüzde yaşasaydı, bu, espri değil gerçek olabilirdi. Zira, kendisi ressam, mimar ve inşaat mühendisiydi. Yaşadığı dönemde bu üç mesleği ayıracak keskin sınırlar olmadığından elinden iş gelen, hepsini yapıyordu. Bir inşaat mühendisi olan da Vinci de büyük ihtimalle şantiyede vinci kullanır, resmi de hobi olarak yapardı. Ressamlık Türkiye’de meslek sayılmadığından (adamı da Türkiye’de çalıştırdım ya, helal bana!) ve ressamlar aç kaldığından, da Vinci mühendis maaşıyla nispeten daha rahat eder, mesleğinde ilerleyince de şantiyeden ofis işine geçerdi. Hatta, belki büyük şirketlerin yurt dışındaki iştiraklerinde görev alırdı. Fakat, da Vinci’den ziyade burada kritik olan, Egemen Bağış’ın yapmış olduğu bu soğuk espriyle ortam sıcaklığını mutlak sıfıra yaklaştırması ve anaokulundan beri bunları (utancından) ağzına alamayan yurdum insanının, içindeki tüm soğuk esprileri kusmasıydı. Arkadaş, milletin de içinde varmış. Bahane oldu da döküldüler eteklerindeki taşları. Çünkü, bu şakalar o kadar iğrenç ki ortalama bir ortamda bile yapılsa, insanı toplumdan dışlatır, karizmeyi çizertir. Peki, Egemen Bağış yapınca iyi mi oldu? Olmadı. Avrupa Birliği süreci artık daha çetrefilli. Çünkü, AB Parlamentosu'ndaki aşırı sağcı bir milletvekili, Bağış’ı şakacı bulunca, kendince komik bulduğu bir şey yaptı. Adamcağızın gözüne, çizerini mahkemelere düşüren bir karikatür göstermeye kalkınca skandalımsı bir kriz oldu. Adam adeta “Sen o kadar kötü espri yapabiliyorsun da, senin memleketinde şaka yapılınca karikatürler neden davalık oluyor?” diyordu. Neyse, Bağış akıllı davranmış da soğukkanlılığını kaybetmemiş. Provokatör milletvekili de rezil olduğuyla kalmış. Ege-man ve kainatın hakimleri, bendeniz Titrex.

Anketörler ve pazarlamacılar giremez

Ama biz gireriz. Ben hem anketörüm hem pazarlamacıyım farz edin ki. Giremez miyim? Girerim. Girdim bilene. Acımam, girerim şerefsizim! Efenim, blogumuzun sol üst köşesinde yer alan anketimiz bugün sona eriyor. Bir zahmet, bitmeden şu ‘internette filtre’ konusunu oylayalım beyler! Büyük çoğunluğunuz filtreye karşı, anket bunu ortaya koyuyor. Ramazan’da fitresini ödemiş bir kesimin olduğunu bilmek de beni duygulandırdı. Başınızın gözünüzün sadakası olsun. Yarın yeni anket devreye girecek. Yeni anket ne olsun diye onu da mı oylasam acaba?

*** (asteriks)


Kasım bitmeye yüz tutunca, yeni yıl/yılbaşı moduna girdik. Yapmayın agalar! Sona yaklaşırken neden dörtnala koşarsınız yılbaşlarına? Sonuçta her geçen gün, ölüme daha çok yaklaşıyoruz. Ortalığı sarmış yılbaşı süsleri, ışıkları, Noel ruhu. Yılbaşı biletleri de piyasaya çıktı. Büyük ikramiye 40 melyon. Valla kusura kalmayın, bu sene bana çıkacak. Zırnık koklatmam! Çok borcum var. Kendime harcayacağım. Yıllardır yapmak isteyip de yapamadığım ne varsa yapacağım. Gazeteciler de “40 milyonla ne yapılır, şu kadar ev alınır, şu kadar araba alınır” muhabbetine girmesin hiç. Neden hep maddiyata yönelik şeyler sunarlar? Neden “şu kadar çocuk okutulur, şu kadar fakir ailenin karnı doyurulur, şöyle iş kurulup da şu kadar insana istihdam sağlanır veya bilmem ne kadar ağaç dikilir” demezler? Ya da biri sorsun bakalım, 40 milyonla Aycan Türk ne yapar? Bir kere, borçlarını öder. Sonracıma, önümüz kış. Bütün kayak merkezlerinde, en sevdiği yakınlarıyla birer hafta kayak tatili yapar. O arada okula da gider. Kar eriyene kadar kayar da kayar, snowboardu söker atar. Hatta, yarışmalara katılacak kıvama gelir. Sonracıma, kış bitiminde kendine bir ev alır, dünyayı gezer. Seneye ilk dönem Erasmus’la yurt dışına gider, gelince de kendine iş kurar. Çalışır, ıkınır, sıkınır, parasına para katar.

Asteriks  oburiks  obeliks

Sibel Can son 9 yılda 177 kilo vermiş. Arkadaş, ne yedin de o kadar kilo alıp verdin? Hayır, ben son 9 yılda Sibel Can’ın kilo alıp verme dışında bir haberle gündeme geldiğini de hatırlamıyorum ki. İnsan neden sadece kilolarıyla PR yapar? İyi bişey mi? Sesin güzel, tipin güzel; ver kurtul. Dikkat et, alma bir daha. Bir de spor yap. Spor yaşamın direği. Vallaha! Ben de baharda sporu bıraktım beri, önlenemez şekilde kilo alıyorum. Kilolarım direnişe geçti, gitmemekte ısrar ediyorlar. Defolun lan!

Asterix  hopdediks  aztex

Kilo olayım yetmiyor, bir de ileri derecede miyop-astigmatım ben. Sol göz 9,25, sağ göz 7,50 olmuş. Resmen körüm yani. Gözlük ya da lens olmadan göremediğim gibi, duyamıyorum da. Hani insan burnu tıkalıyken tat da alamaz ya, onun hesaaabı. Ha, o da yetmiyor, bir de asimetrik paralel proplemim var. Fücudumu diklemesine ikiye böl (sihirbazlar yapabilir aslında) sağ başka, sol başka insan. Sağ ayağım daha büyük, sol omzum daha yüksek, sağ kaşım daha kısa, sol yanağım daha köşeli, sağ bacağım daha kalın vs. Aynada kendime bakarken kişilik bölünmesi yaşıyorum. Bu nasıl bişey ya rab! Bu asimetri en çok müzik dinlerken hayatımı olumsuz etkiliyor. Zira, sağ kulağım c, sol kulağım C büyüklüğünde ve kulaklık takınca soldaki düşüyor. Yolda yürürken kulakta durmuyor. Çıldıracam!!! En sonunda gidip DJ boy hayvan gibi kulaklık takıcam, o olucak!

Hazderiks  huzderiks  yallah


Bu ara acı bibere taktım. Anamın memleketten (Bodrum) gönderdiği acı biberler şahane! Mor biberleri dalından koparıp kurutmuş, kıpkırmızı olmuş, bir güzel tadı var, aklınız durur. Bazı restoranlarda eroin diye isteyin, yoğurdun içinde getiriyorlar. Ama onlar koca koca. Benimkiler minicik. Ayrıca, ben yoğurtlayıp horoin yapmıyorum. Ekmek arası yiyorum. Oh mis! Yedikten sonra uzun hava çekiyorum, ta Van’dan duyuluyo. Şaka şaka! Metabolizma tavan yapıyor, terlemeye başlıyorum, kış günü cayırdıyorum resmen. İçten ısıtmalı bir sistem oluyorum. Dışarısı karmış, buzmuş, ayazmış, vız geliyor, tırıs gidiyor. Dağa kayağa gidince götürücem. Artık Jagermeister out, horoin in. Fakat, annamadığım bişi var. Bizim biberin benzeri olan jalapeño biberini Meksikalılar yiyor. Hadi, sıcakta yemelerine bir lafım yok, mikrobunu öldürür, iyidir de, arkadaş, ben o kadar biberi yiyince “Suuuu!” diye dağlara taşlara tırmanıyorum, sağa sola koşturuyorum, bu adamlar nasıl siesta yapıyor, belli değil. Bir de araştırdım, jalapeño (halapenyo), Halep’ten mi geliyor diye. Alakası yok. Anavatanı kapı gibi Meksika’ymış. İsim benzerliği.

Buraya bi başlık atamadım, siz bulun bi tane

Acı dedim de aklıma ne geldi, bakın. Geçenlerde kabaca bir hesap yaptım. Neden insanlar hayatlarında birisi varken mutlu, yokken mutsuz olduklarını düşünürler diye. Aslında, birisi varken de mutluluk yok. Ben buna aşk-mutluluk endeksi diyorum. Diyelim ki hayatınızda 1000 birim mutluluk var. Ama siz bununla yetinmiyorsunuz. Ne kadar birime ihtiyacınız olduğunu da bilmiyorsunuz. Bildiğiniz tek şey, bunun yeterli olmadığı. Sonra birden bire hayatınıza dingilin biri giriyor, 20 birimlik mutluluk getiriyor. Ancak, aşk bu ya, kıskançlık, üstüne düşmeler, kavgalar, anlaşmazlıklar, kaprisler vs derken 100 birimlik mutsuz oluyorsunuz. Ne oldu? 20-100=-80. Bu da size 80 birimlik acı olarak yansıyor ve genel mutluluk endeksiniz 920’ye düşüveriyor. Bence melekler ipe sapa gelmez şeyler için imza toplayacağına, aşk acısının yok olması için toplasın. Acı, sadece biberde olsun. Şimdi, değer mi 20 birimlik mutlu olucam diye onca acıyı çekmeye? Aşk acıdır, aşk acıtır. Gerisi fasa fiso. Fiskobirlik.

Asterikis  miçotakis  histerix

Şimdi bu yazıyı sağda solda paylaşınca ‘like’ verecek bir kısmınız (e bu kadar duygusal baskı yaptım, verin zaten). Ama sorarım, ‘like’ size yetiyor mu? Ben Facebook’tan rica ederim, ‘like’ın yanına başka butonlar da eklesin. Mesela ‘gıcık ol’, ‘alkışla’, ‘ipleme’, ‘alnından öp’, ‘tüh’, ‘vah’, ‘hadi ya’, vs. İhtiyaç var.


Bu haftalık da bu kadar sevgili çocuklar. Annem, Öyle Bir Geçer Zaman Ki izliyor ve gıcık oluyor; tansiyonu, kolesterolü tavan yapıyor. “Bu kadar kötülük şeytanın aklına gelmez. Senaristler nerden buluyorlar bu kadar kötülüğü?” dedi. “Bence, içlerinde kalan ne kadar hınç varsa diziyle çıkarıyorlar.” dedi. Olur mu, olur.

Dizinizin bu sezon final yapmaması dileğiyle…

22 Kasım 2011 Salı

ÇARŞAMBA MUŞAMBA 23.11.11



Onaylıyor musunuz?


Türk insanının şu kendini onaylatma huyu yok mu, beni öldürüyor. Bilmiyorum, başka kültürlerde de var mı? Onaylatma kültürü mü, kıltüyü mü, karar veremedim. Birisi bir şey anlatır, “Ben de ona ‘beni eve bırak’ dedim. İyi demiş miyim?” veya “Abi elin karısı çalışıyor, benimki de çalışsın. Haksız mıyım?” yahut “Ne kadar da hain insanlar bunlar ama. Yanlışım varsa düzelt.” der. Bu huyumuz içimize öyle bir işlemiş ki, onay almadan iş yapabilme yeteneğimiz bilem yok. Çağrı merkezi aramalarınızı hatırlayın bir bakalım. İşleminizi yapmadan önce “Onaylıyor musunuz?” diye soruyorlar. Altına doldursan, ‘onaylıyorum’ demeden seni tuvalete götürmezler maazallah! Halbuki ben vermişim sana talimatı yapman için. Ve fakat öyle insanlar var ki… “Ben sana yap dedim, ama onayladım mı?” diyerek üste çıkabiliyorlar. Suç kendilerindeyse bile muhataplarına atabiliyorlar. Neyse ki artık görüşmeler kayıt altına alınıyor. Çağrı merkezi çalışanları rahat nefes alıyor. Onlar da insan ama, de mi?

Dijital ayrılıklar

İnternet, mobil vs. icat oldu, mertlik bozuldu. Eskiden insanlar sevgililerinden ayrılmak için yüz yüze görüşmeleri tercih ederlerdi. Siz de sizi terk edenin suratına bir tane tokat atıp hıncınızı alabilirdiniz. Ya da aldatıldığınızı öğrendiğinizde, sevgilinizin yüzüne tükürebilirdiniz. Şimdi öyle değil. Bir SMS’tir, e-postadır gidiyor. Telefon bile değil. “Telefon edersem ayrılmayı istemez, bana yalvarır, onunla mı uğraşıcam?” diyerek maille ayrılan var. Üşenip SMS ile “Ben artık devam edemiycem” diyen de... Ha, bir de onu bile yapamayan hayvanlar var. Taş devrinde yaşıyor sanki deyyus! İletişim sıfır! Ulan bari mağara duvarına iki çiziktir de ayrıldığımızı bilelim! Bir de evrimin dördüncü aşamasında kalmış, homo sapiens sapiens olamamış maymunsu organizmalar var ki, onlar da birinden ayrılıp ertesi gün Facebook’ta falan yeni sevgilileriyle fotoğraflarını boy boy afişe ederler. Onları da Allah tez günde evriltsin, ne diyim.

Her şeyin bir bedeli var.  Askerliğin de…

Bedelli askerlik çıktı, hayırlı olsun. 30 yaşından gün alanlar 30 bin lira ödeyerek askerlik sırasını savacak. Her bir yaş için 1000 lira gibi bişey... 21 gün zorunlu eğitim de yok. Üstelik, bedelin yarısını başvuru sırasında, kalan yarısını da başvurudan sonraki 6 ay içinde ödeyebiliyorsun. Bugüne kadar 125 bin kişi bedelli yapmış. Bu dönemden de 460 kişinin yararlanmasını bekliyorlarmış. Paralar da şehit ailelerine gidecekmiş. Bütün bunların ne esprisi mi var? Yok. Olayın kendisi yeterince espri konusu yapıldı zaten. Her şeyin bedelini ödetiyorlar işte. Ben de bi halt yedim, bedelini ağır ödüyorum, ne var?

Twitter’da Boğuş rüzgarı, kasırgası, hortumu…


Geçen hafta Twitter’a ve cümle sosyal mecraya şarkıcı Boğuş, afedersiniz (ağız alışkanlığı), Doğuş bombası düştü. Çırılçıplak vücudunu sadece münasip yerinin önünde tuttuğu saksıyla örten Doğuş kardeşimiz saksıyı çalıştırdı ve müthiş bir reklam yaparak bütün hafta kendinden söz ettirdi. Tabi bu olay, sahte Doğuşlar’ın doğuşuna da çanak tuttu. Çiçeği, saksıyı eline alan, fotoğraf çektirip internete yükledi, doğuşing diye bişey çıktı. Komik ama tixinç be baba! Hele ki Doğuş’u yukarıdan çekmemişler mi… Kafası kocaman bacakları minicik çıkmamış mı? Fena oldum! Oran /orantı yok. Nedir bu yalebbim? Bari alttan çekeydiniz, heybetli dururdu yahu!

Twitter kuşu s*çtı


Hemen gittim piyango bileti aldım. Bişey çıkmadı. Çıksa burada mı olurum hem? Kafama sıkar giderim, deeermişim! Nasıl oldu, sorgulamaya gerek yok. Boğuşun çıplak resmini merak edenler siteyi kilitlemiş. Ulan, yemediniz içmediniz, her şeyi twitlemeye mi kalktınız nedir? 140 karakter yazmak için siteye giremedim şerefsizim! Bir su dökmek için saatlerce tuvalette sıra beklemek gibi... Ama, o kuşların umrunda mı ki? Almışlar koca balinayı uçuruyorlar, baksanıza… Hayat boş, eğlen coş. Bu slogan da kuşlara kapak olsun!

Monitöre böcek girmiş gördün mü amanını yandım

Bir arkadaş, Facebook’ta feryat ediyordu geçen gün. “Yardım edin a dostlar! Bilgisayarın monitörüne nasıl olmuşsa böcek girmiş. Gezip duruyor. Daha da çıkmazsa basacam üstüne şeltoksu!” diyordu. “O değil, ölürse orada ölü piksel gibi bi karartı kalacak.” diyordu. Ben de merak ettim tabi. Böceğin ölmesi bir yana, şeltoks bir çözelti görevi yapıp ekranın pekmezini akıtırsa, diye telaşlandım. Halbuse, bana ne ki de mi? Arkadaşımın bilgisarayı. Böceğiyle börtüsüyle onun. Uğraşsın dursun.

Bebekle mücadele teknikleri


Bu velet nasıl bi şeyse artık, annesi babası onu beşiğe bağlayıp ç*küne de hortum takmaktan başka çare bulamamış. İlk başta bebeğin tarafını kolluyor insan. “Vay insafsızlar! Vay vicdansızlar! Bunu yapan insan olamaz!” diyesi geliyor da, bir de anne babaya sormak lazım. Kim bilir, neler etti onlara da bu hale geldi? Zaten halinden memnun gibi bakıyor. Bence istediği buymuş. Demek ki ne yapmıyormuşuz? Altımıza kaçırmıyormuşuz. Beşikte rahat duruyormuşuz. Zırt pırt ağlayıp kafa şişirmiyormuşuz. Anne babamızın da insan olduğunu, onları da bir ananın doğurduğunu unutmuyormuşuz! Şaka bi yana tabi de, böyle anne baba olacaksanız çocuk yapmayın daha iyi. Yazık lan.

Bu iş yerinde görev vardır

Her gün Atv-Sabah binasının önünden iki kere geçmekteyim. İş icabı… Orada üç yıldır bir yazı duruyor: Bu iş yerinde grev vardır. Bu nasıl grev, anlayan beri gelsin. Blekberi. Ne yayında bir aksama var, ne de haber veya yayın kalitesinde bir gerileme. Televizyon da gazete de yayınlarına tam gaz devam. Grev öyle mi olurmuş ki? Ben hiç grev görmedim, yapmadım ama bunda bir gariplik yok mu yani? Topluca işi bırakırsın, kapıda halay çekersin, hayal kurarsın. Sendika ile işveren oturur sohbet eder,küfürleşir, çay içer. Sonunda bir anlaşmaya varılır. Birkaç gün sonra bir orta yol bulunmuş olarak çalışanlar işine döner ve işler kaldığı yerden devam eder. Atv-Sabah’ta durum öyle değil. Orada grev değil, görev var. Kimsenin grev aşkıyla çalıştığını sanmıyorum şahsen.

Hayal kırpıklığı

Bu aralar yaşadığım hayal kırıklıklarının haddi hesabı yok. Aşk, iş, para, yemek, yol, sigorta… O kadar ki, kırık da oldu kırpık kırpık da. Kimi toz pembe ve pamuksu-pofuduk hayal şu an kırpık kırpık, tiftik tiftik vaziyette. Daha katı olanlarsa tuzla buz... İnsanın hayatında metrekereye 7 hayal kırıklığı düşer mi arkadaş? Çok yoğun yaa! Vallahi kaldıramıyom artık, belim ağrıyor. Gel sırtımı çiğne diyeceğim biri de yok ki. Akşama gideyim de sıcak suya yatayım barik.

KELİME SEMİRMECE

Terim sözcüğünden Türkçe’de okunabilen kaç farklı kelime türetebiliriz? Bak, şimdi surat ekşitmeyin bana. Daha evvelden devamı gelecek dedim mi, demedim mi?

T E R İ M
T E R M İ
T E M R İ
T E M İ R
T R İ M E
T R E M İ
T İ R E M
T İ M E R
T İ R M E
T İ M R E
M E R İ T
M E R T İ
M E T R İ
M E T İ R
M İ T E R
M İ T R E
M İ R E T
M İ R T E
R E T İ M
R E M İ T
R E M T İ
R İ T E M
R İ M E T
R İ M T E
E M İ R T
E M R İ T
E M T R İ
E M T İ R
E R T İ M
E R T M İ
E R M İ T
E T R İ M
E T M İ R
E T İ R M
İ M T E R
İ M T R E
İ M R E T
İ M E R T
İ R M E T
İ R T E M

  

16 Kasım 2011 Çarşamba

ÇARŞAMBA MUŞAMBA 16.11.11



Bundan sonra çarşamba günlerini kendime deşarj olma günü ilan ediyorum. Hep duygusal veyahut eleştirel yazdım, kendimi tuttum; ama içimdeki mizahı bastıramıyorum. Yazıp güleyim bari. Belki okurken siz de gülersiniz. Gülmezseniz de siz bilirsiniz. Ben yazarım; anlayan anlar, anlamayan parmak kaldırır, bir daha anlatırım. Yine anlamazsanız altına yorum yazarsınız. “Biz anlamıyoruz. Sen de adam mısın be!” dersiniz. Ben de sizi sallamıyor gibi yaparım ama geceleri eve gidince yorganın altında ağlarım. “Bana niye öyle dediler ki?” derim. Dışım sert, içim yumuşaktır benim. Eti Puf gibiyimdir. Marşmelovluyum yani. 

Neyse işte… Artık her çarşamba geyik günü. Ben ilkokuldayken çarşambaları zeytin günüydü, bizimkisi de o hesap. Peki neden çarşamba? Çünkü, perşembe günleri mizah dergileri çıkıyor. Onları alıp okurken beni sallamazsınız, diye düşündüm. Bir de, perşembe günü dergiyi alıp okuyan, bir sonraki çarşambaya kadar onu bitirdiği için arada mizah ihtiyacı olduğunda, açlığı bastıracak atıştırmalık bir şeyler yapayım dedim. Dolapta yemek var, ısıtın yiyin, hesaaabı.

Peki neler anlatacağım size? Ne bileyim işte, belki günlük hayatımdan bazı tespitler, belki sosyal medyadaki paylaşımlarımız, belki birini övme ya da yerme… Hepsi ya da hiçbiri olabilir. Elimize nasıl geliyorsa öyle olsun. Amaaaan, boşverin! Bir kadeh de benim yerime için! Fazla düşünmeyin. Başımıza ne geldiyse düşünmekten gelmedi mi? Burada düşünülmüşü, yazılmışı, çizilmişi, gülünmüşü var. Buyrun buradan yakın.

Asteriks Asteriks Asteriks

Geçen gece nevresimi değiştireceğim, sökmesine söktüm ama takmak eziyet. Hele ki yorgana nevresim geçirmek bana beyin ameliyatı gibi geliyor. Bir türlü beceremiyorum. Arkadaş, bir iş bu kadar zor olabilir mi? Ben tamirat yapan insanım, ama yorgan yüzü takmayı beceremiyorum. Yazdım Facebook’a. Gecenin köründe bir sürü yorum gelmiş. Gülücükler mülücükler… Aradan bir saat geçti, nevresimi alnımın akıyla takmayı başardıktan sonra rapor verdim: Ameliyat başarılı geçti, yorgan yaşayacak!

Asteriks Asteriks Asteriks

Tenim koyu olduğundan baharatlı, şekerli, meyveli kokular seviyorum. Daha doğrusu tenim seviyor. Onlarla barışık. Çiçeksi kokular uçar gider benden, durmaz. Baharat ağırlıklı parfüm ise kalıyor ve güzel duruyor tenimde. Lakin, son aldığım parfüm şişede durduğu gibi durmadı. Baharat olayını abartmışım. Sabah sıktım, bütün gün resmen karabiber koktum! Devamlı olarak kendimi aktarda gibi hissettim. Parfüm çöpü boyladı.

Asteriks Asteriks Asteriks

Bazen bir kadın şarkıcıyı veya radyocuyu dinlediğimde, sesini beğenmişsem çok güzel bir kadın olduğunu hayal ederim. Ama sonra tipini görürüm, bir maymun çıkar. Hayal kırıklığı! Geçen gece de internetten bir klip izleyeyim dedim. Şarkıyı ve şarkıcının sesini çok beğeniyorum. Böyle sarışın bir afet bekliyorum tamam mı? Bir açtım klibi: sanki sokaktan geçen alelade bir kadın. Zaten klip de sokakta geçiyordu. Aynı gün bir arkadaşım bir laf söyledi. Evlat olsa sevilmeyecek iki kadın: eski sevgilinin yeni sevgilisi, yeni sevgilinin eski sevgilisi. Bir bu ikisinin çirkin ya da vasat çıkması hayal kırıklığı değil herhalde.

Asteriks Asteriks Asteriks

Uçakta bebekle yolculuk edilmesine şiddetle kılım. Geçen senelerde bir bayram dönüşü Adana- İstanbul uçağındaydım. Yetişkin başına 3 çocuk düşüyordu. Ama gerçekten başına düşüyordu. Anneler, bebekleri oyalamak için havaya atıp atıp tutuyordu/tutamıyordu. Veya bebekler koltukların aralarından falan el, kol, kafa uzatıp insanları taciz ediyordu. Anlayacağınız, veledini karnından çıkaran, uçağa atlamış. Bebek milleti de uçmayı sevmez. Basınç değişiminden kulakları acıyor. Nasıl acımasın, benimki bile fena oluyor. Ama bu, poposunu yırtmasını gerektirir mi? Gerektirmez. Uçakta tek bir bebek bile ormanda 40 kaplan gücündeyken, koltuğunuzun yakınında beş tane bebeğin aynı anda ağladığını düşünün!! Ya da vazgeçtim, düşünmeyin bile.

Asteriks Asteriks Asteriks

Bebek demişken, kedilere de değinelim bari. Sosyal medyada en çok paylaşılan videolar onlara ait. Salaklıkları ve şirinlikleriyle bizleri güldürürken düşündürüyor, düşündürürken öldürüyor. Poposunun üstüne oturmuş vaziyetteki bir kedinin arkasından kendisine seslendiniz mi hiç? Kafasını çevirip bakmak yerine arkaya doğru eğilip bakar. Çok salak!

Asteriks Asteriks Asteriks

Twitter’da ‘trending topic’ diye bir kavram var. Hakkında en çok konuşulan konu demek. ‘Topic’ de konu başlığı demek zaten. İngilazca. Fakat, benim aklıma mezeden başka bir şey gelmiyor. Nedir topik? Humusa benzeyen, nohut ve tahinden yapılan bir meze. Kültür mozaiği Türk mutfağına Ermeni damak tadının katkısıdır. Yapımı da çok zordur. Topik, Ermenilerin perhiz yemeklerinden biridir. Yedi hafta süren Büyük Perhiz süresince et ve süt ürünleri yenmez, zeytinyağlı yemekler hazırlanır. Topik de bunlardan biridir.

Bu haftalık bu kadar. Yeter gari. Yazmaktan kolum yoruldu. Hadi salıncakla kalın, tahterevalliye binmeyin!

Hepinize, göbeğinizin olmadığı bir dünya diliyorum.

P.S: Haftanın diğer herhangi bir günü, geyiksiz yazılarıma devam edeceğim. Benden kurtuluşunuz yok!