22 Şubat 2012 Çarşamba

MUŞAMBA 22.02.2012



Ey Muşamba ahalisi! Nasılsınız bugün? Geçtiğimiz bir hafta boyunca ne yaptınız kendiniz ve sevdikleriniz için? Ya ülkeniz için? Gazete okudunuz mu? Okumadıysanız hiç okumayın zaten. Basılı gazetelerin hepsi yandan yandan vurur olmuş. Şöyle karşıdan bakan bir tane gazetemiz kalmamış, affedersiniz. En iyisi mi, internetteki birkaç tarafsız haber portalını seçin siz. Gözümün akıyla sarısını ayırın, akını poğaçanın içine, göz bebeğimi üstüne kullanın. İyyy, iğrençsiniz!

İstanbul seni döver sen beni döversen

İstanbul çok pahalı bir şehir oldu çıktı. Dün Beşiktaş'tan çift katlı ekspres otobüse bindim. Hakikaten ekspres ha! Duraklarda durmuyor, sadece ‘yolcu varsa alırım belki’ diyerek yavaşlıyor. Yolcu yoksa tekrar hızlanıyor. Avrupa Konutları-Kabataş hattıymış. Levent’ten geçiyor diye bindim. Resmen geçirdiler bilet ücretini. 2,95 tee lee gitti İstanbul Kart'ımdan. Öğrenci indirimli 1 liraya gittiğim yola 3 katını verdim. Ha bu da bize ders olsun!

İstanbul’da sadece ulaşım değil, her şey pahalı. Attığın her adıma depozito ödüyorsun, geri adım atınca paranı iade ediyorlar. Kiraya, suya, yemeğe, eğlenceye dünyanın parasını harcıyoruz. Sırf "İstanbul'da yaşıyorum, uluslararası bir firmada departman şefiyim" diyebilmek için şu eziyeti çektiğimize inanamıyorum. 15 milyon enayi yaşıyor bu şehirde.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethederken peygamber efendimizin vasiyetini yerine getirdiğini düşünüyordu. Nereden bilebilirdi İstanbul'un gün gelip de ırzına geçileceğini, kalbine kocaman kocaman hançerler sokulacağını, kirletileceğini, ayarıyla oynanacağını? O sandı ki yedi cihana buradan hükmedecek, İstanbul'un önünde tüm cihan devletleri saygıyla eğilecek, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ve dünyanın finans merkezi olacak, 2016 olimpiyatları burada yapılacak. Zaman makinesiyle şehrin şimdiki halini ziyaret etme şansı olsaydı bence almaktan vazgeçerdi Fatih, İstanbul'u.


Fatih demişken, Fetih 1453 filmi de vizyona girdi; hayırlı uğurlu olsun. Gişelerdeki yoğunluk azalsın ben de gideceğim izlemeye. Görüşlerimi paylaşırım. Şu an çok yoğun bir ilgi var filme. İzleyenler beğeniyor, eleştirmenler de filmi topa tutuyor. Neymiş? Kendimizi övüp düşmanı aşağılıyormuşuz! Siz hiç düşmanı yücelten bir savaş filmi gördünüz mü? Amerikalılar, madara oldukları Kore ve Vietnam maceralarını anlattıkları filmlerde bile düşmanlarını yerden yere vururlar. Kimsenin de sesi çıkmaz; hatta o filmlere Oscar verilir. Atalarımız Orta Asya'dan geldiğinden beri ilk kez bir fetih filmi yapıldı memlekette, onu da yerden yere vurdular. Yazıklar olsun! Hepinizin üstüne muşamba örtesim var. Orta Asya, Orta Asya olalı böyle eziyet görülmedi!

Türklüğü aşağılamak, benim çocukluğumda yaşadığımız toplumsal aşağılık kompleksinin dışavurumu haline geldi. Ezelden beri nedir bu aşağılık kompleksimiz, bilmem. Bu kadar şanlı geçmişi olan bir millet, o kadar aşağılık olduğunu düşünüyorsa, yükseğe çıkmak için neden bir şey yapmıyor o halde? Türklüğe dil uzatmak, geçmişinden utanmak soysuzluktur yani. Başka bir şey değil. Hangi evlat annesini inkar edebilir? Yazıklar olsun o annenin emzirdiği süte! Karnında taşıdığı 9 aya! Helal etmez valla. Yapar bunu anneler. Gazabından koru yalebbim!

Film, filmdir. Belgesel değildir. Filmde kurgu olur. Bire bir gerçeği yansıtmak zorunda değildir. Başroldeki oyuncu da Fatih’e benzemiyor ona kalırsa. Hokka gibi burunlu bir delikanlı bulmuşlar. Fatih’in burnu, kemerli Osmanlı burnuydu. (Kemerburgaz)

Ya neyse gençler, sizi de bunlarla sıkmayayım. Benim canımı sıktılar diye sizin kafanızı şişirmeyeyim şimdi. Efkardan tinerci minerci olursunuz, başıma kalırsınız.

Asteriks  asteriks  asteriks

Sene bin dokuz yüz çift sıfır… Gene bir ekonomik kriz sonrası varımı yoğumu kaybettiğim bir akşam arkadaşlarla toplandık, bir büyük rakı deviriyoruz. Konu evlilikten açıldı. ‘Ah ah! Nerde o eski evlenme merasimleri’ dedik. Eskiden, erkek ile kız kendi aralarında sözlenirdi. Sonra da erkek, kızı istemeye giderdi. İsteme işi onaylandıktan sonra nişan yapılırdı. Nişanın üstüne de çeyiz düzülür, ev hazırlanır, tarihi geldiğinde düğün yapılırdı. Düğünden önceki gece kına gecesi olurdu. Nikah için de belki ayrı bir merasim… E, haliyle de 40 gün 40 gece düğün dernek yapılır, alt tarafı yasal olarak çiftleşecek iki insan için toplumun tüm birimleri seferber edilirdi. Aileler, kendi aralarında çeyiz meselesi yüzünden sürtüşürdü. Çeyizi onlar mı kullanacak sanki? Evet. Aileler hiç gitmezdi ki yeni çiftin evinden. Hayırlı olsuna gelenler rahat bırakmazdı gelinle damadı. Düğünün üstünden kısa bir süre geçince de ‘bebek var mı? Aa? Yok mu’ muhabbetleri. Süre uzarsa ‘tüh tüh, neden olmuyor acaba’lar. Sonra ‘vah’lar. Gelin hamile kalınca bin bir türlü tebrik vs derken, asla özel hayatınız olmazdı.



Şimdi bakıyorum da azizim... Erkek kıza tek taşı takıyor. Sonra istemeye gidiliyor. Hemen oracıkta nikah hariç tüm prosedürler uygulanıyor. Söz, nişan vs… Birkaç aya diğer işlemler tamamlanıyor ve süreci kına ile düğün takip ediyor; düğün salonunda nikah da aradan çıkarılıyor. Oh! Mis! İsrafa son! O kadar parayı sırf gösterişe, düğüne, derneğe, havaya saçacağına evine barkına harcıyor insanlar. Zaten şimdi evlenmek de zor. Altın fiyatları kol gibi. Sırf bu yüzden kimsenin düğününe gitmiyorum. Benimkine de kimse gelmeyecek anlaşılan. (Olursa tabii, olmazsa yırttınız, ki bu gidişle olacak gibi de görünmüyor)

Evet sevgili Muşambacılar. Bu hafta psikologum izinli olduğu için kendisini göremedim. İçimi size döktüm. Dilim, elim, kalemim sürçtüyse affola. Kendinize iyi bakın, açıkta kalan yerlerinizi streç filme sarın. Naylon sevmiyorsanız alüminyum folyo kullanın.

Öpüldünüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder