4 Ocak 2012 Çarşamba

MUŞAMBA 04.01.2012



Hehe 04.01.2011 yazıcam sandınız di mi? 'Eski yılı üstünden atamama sendromu' diyoruz buna. Yeni yılın ilk ayında yaşanan bu sendrom uyarınca, ‘ocak’ yazılması gereken ay genelde ‘aralık’ ve yürürlükteki sayıyla yazılması gereken yıl, bir eksik yazılır. Nedense insan, ömründen bir yıl daha geçip gitmesine ve tarihlerin eskimesine direnir. Şubat ayı geldiğinde ise yeni yıl artık yavaş yavaş eskimeye başlamış olduğundan, tarihler doğru yazılmaya başlar.

Bir de şu, “Yeni yıla girdik, kaç olduk biz şimdi?” “Bana ne oğlum! Aralık’ta da doğsan senin yaşına bir yaş eklendi şimdi, aynı yaşta olduk!” geyiği vardır ama, o arkadaşının yaşına 1 yıl eklenen şahıs, kendisinin de 1 yıl yaşlandığını hesap edemez genelde.



Eh, nihayetinde yepyeni bir yıla girdik, hadi hayırlı olsun. Birçoklarınız “Aman neyse, lanet olası 2011 gitti de kurtulduk!” diyor. Duymadım sanmayın. Öyle demeyin kız, 2011 kırılır, üzülür, size ne yaptı zavallı? Her yılın kendine has iyi yanları ve kötü yanları var. Unutulmaması gereken şey: geçip giden yılların geri gelmeyeceği. Yani, yılınız nasıl geçerse geçsin, yaşadığınız her bir anın tadını çıkarmanız lazım. Yoksa, öyle ona buna söve söve ömür geçmez. Ayrıca burası, gıcık olduğunuz her şeye sövebileceğiniz ve sövmekten küfürbaz olacağınız bir mecra değildir. Dikkatinizi sündürrüm.

Neyse, şimdi onu bunu bırakın da, bu sayıda biraz deyimlerden bahsetmek istiyorum. Tek başına söylediğinizde anlamsız gelen veya birbirinden tamamen alakasız iki kelimenin yan yana gelmesiyle oluşan bu deyimler ne ayak aga? Hadi gelin, biraz derinine, bilinçaltına inelim şu deyimlerden bazılarının.

Karasuları


Ayaklarına kara sular inmek. İnsanın ayağına neden kara sular iner? Küçükken bu deyimi duyduğumda, çamur içinde yürümüş veya kömür tozunun getirdiği yağmur suyuna basmış, ayakkabısı su geçiren insanlar gelirdi aklıma. Böylece, ayakkabının içine kara sular kaçardı veya çoraplar simsiyah olurdu. İnsanın neden yürümekten ayağına kara sular insin ki? Başka açıklaması olamazdı.

Sonra, televizyon haberlerine dikkatle kulak kesilmeye başladığım yaşlarda, Türkiye ve Yunanistan arasındaki karasuları krizini duydum. Aha, kara sular yine iş başında! Ama ne demekti ki karasuları?

Bir ülkenin, başka ülkelerin de kıyısı olduğu bir denizdeki egemenlik sahasıdır. 1982 yılında BM, ulusal karasuları sınırını azami 12 mil olarak belirlemiştir. Özel anlaşmalarla belirlenen sınırlar daha kısa tutulabilir. Yani, bu mesafe içindeki deniz, sizin oyun alanınız. Yüzün, gemiyle açılın, avlanın, dalın. Ama karasularınız dışına çıkınca uluslararası deniz kanunları geçerli. Denizde mal bulanındır.


Ege Denizi, büyüklüğü itibariyle bu 12 mil ölçüsüne elvermediğinden Türkiye ve Yunansitan arasında hep sorun çıkıyor. Kıyılardan itibaren 12 mil olan mesafeyi Yunanistan, en uçtaki adalardan itibaren, yani burnumuzun dibindeki 12 Adalar’dan itibaren ölçtüğü için, ülkemiz de “Gel de içime gir oldu olacak!” deyip komşuya sövüyor. Bu sorunu çözmek için çalmadık kapı bırakmayan Türkiye'nin ayaklarına kara sular iniyor.

Halka açılmak


Bir şirketin içi sıkılır sıkılır, derdinden şişer. Böyle durumdaki şirketler sine-i millete giderler. Yani, halka açılırlar. “Açıl bana, derdini söylemeyen dermen bulamaz.” diyen halk, o şirketi bağrına basar, derdini kendi derdi sayar ve yedikleri içtikleri ayrı gitmez. Ve artık o şirket, halka açılmış şirket olur.

Keşke böyle olsa…

Halka açık şirket, hisselerinin tamamı veya bir kısmı halka arz edilmiş şirket türüdür. Bu hisseler, hisse senedi olarak borsada işlem görür. Siz de satın alabilir ve şirketin bir ortağı olabilirsiniz. Kapiş?

Benim için ise halka açılmanın bir anlamı daha var. Yine çocukluğuma gidelim. (Ulan bende de ne çocukluk varmış! Ne bilinçaltıymış be! Freud olsa beni laboratuvara hapseder, inceleye inceleye bir hal ederdi. Ne öğrendiysem çocukluğumda öğrendim, bütün anılarım çocukluğuma dair. Çocukluğumu geri verin uleyn!) 


Okula başlamadan önce anaokuluna gidiyordum. Bize oyunlar oynatırlardı. Bunlardan biri de adını hatırlamadığım, ancak nasıl oynandığını hatırlayabildiğim halka oyunuydu. “Büzül dersem büzülür, süzül dersem süzülür” deyip halka olurduk. Büzülde halka içe doğru kapanır, süzülde halka açılırdı! Açılınca, halkayı bozmadan dönerdik fırıldak gibi. Ne keyif alıyorduysak artık…

Guş


Birisi çok büyük hata yaptıysa ve affetmesi mümkün görünmüyorsa, “Ağzıyla kuş tutsa olmaz” derler. İyi de, insan niye kendini affetirmek için ağzıyla kuş tutsun ki? Kuş, ceylan falan avlamanın çok makbule geçtiği dönemlerde bu bir başarı olabilir, ama şehir insanına bu çok saçma gelmiyor mu? Hem de kuş gribinin dehşet saçtığı günümüzde, neden kuşu ağzıma alayım be? Millet o kuş giribi dalgasında, evindeki muhabbet kuşlarını bile itlaf etti. Aklınız alıyor mu kuşu ağzına almayı? Zaten kuş gibi yerinde duramayan bir hayvanı neden yakalamaya uğraşayım canım kardeşim?

Bu zamanda birine yaranacaksanız, sihirli değneğinizin olması lazım. Kırdığınız arkadaşınıza dokundurun, ne muradı varsa olsun ki sizi affetmek bir yana, peşinizden ayrılmasın. İş yerinde ölümcül hata mı yaptınız? Değneği dokundurun patrona, şirket kâr eğrisi yukarı doğru dimdik çizgi olsun! Şirketin has adamı olursunuz. Sevgilinize yamuk mu yaptınız? Dürtükleyiverin değnekle, sizin istediğiniz insana dönüşsün. Böylece bir daha size gak guk yapamaz!

Kafama en çok takılan 3 deyimi paylaştım. Bence bugünlük bu kadar yeter. İşim de var zaten. Bankalar arayıp duruyor ne zaman ödeme yapıcan diye, daha onlara cevap vericem. Siz de gıcık olduğunuz deyimler varsa aşağıdaki yorumlar kısmına yazın. Niye gıcık olduğunuzu da yazın ama. Onları da irdeleyelim. İnteraktif olalım gençler! Tek yönlü iletimle gün geçmiyo. İletişmek lazım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder