14 Mart 2012 Çarşamba

MUŞAMBA 14.03.2012


Merhaba sevgili Muşamba toplumu,

Dün kapkara bir haber ile sadece ülkemiz tarihine değil, insanlık tarihine kapkara bir leke daha sürülmüş oldu. Aslında, o leke 19 yıl önce sürülmüştü ama, dün 'temizleriz, bu lekeden kurtuluruz' sanmıştık. İz bırakacak olsa da… Öyle olmadı. 37 kişinin yanarak can verdiği Madımak olayları, zaman aşımı nedeniyle tarihe gömüldü, gitti. Dava düştü.


Bu kara haber ile birlikte benim de tansiyonum düştü. Bunu gören iş arkadaşımın ayağı takıldı, kızcağız yere düştü. Zaman aşımı kararını duyan halk, sokaklara, yollara düştü. O esnada bir başka sebeple borsa düştü. Borsa beni ilgilendirmez, insanlık ayaklar altına düştü. Düşen, dava değil insanlığımızdı, namusumuzdu, adaletimizdi, hukukumuzdu.

Bir yandan tüm TV kanallarında başbakanın meclisteki grup toplantısı yayınlanmaktaydı. Başbakan, Sivas olaylarına hiç değinmedi, yüzüm düştü. Davanın düşmesini protesto edenlerin yaptığı eylemde, kalabalığın üstüne biber gazı sıkıldı (Her ne hikmetse, Madımak’ı yakanların üstüne sıkılmamış, olayı güvenlik güçleri izlemekle yetinmişti), bu haber medyaya çok geç düştü; konu, kısa geçildi.

Davanın düşme haberi, anında Twitter’a düştü; #sivastazamanasiminahayir, “tt” oldu. Birkaç saat içinde mesele unutuldu, Twitter’dan düştü. Belki de birilerinin müdahalesiyle mevzu da zaten gündemden düştü.


Sivas konusu gündemden düşünce benim de içime bir şüphe düştü. Ne çabuk tüketir olduk her şeyi, dedim. Bir haberi protesto etmeyi bile tüketilecek bir meta haline getirdik, konuştuk; bitti, dedim. Çekirdek gibi çitleyip attık, dedim; çekirdek kabukları yerlere düştü. 

Bu haberler konuşulurken, Konya’da eğitim uçuşu yapan bir F-5 uçağımız düştü. 'Yıldız' pilotumuz şehit oldu; pilotun ailesinin ocağına ateş düştü; ateş, düştüğü yeri yaktı. 

Avrupa’nın en büyük adalet sarayını yapıyoruz diye övüneduralım, adalete olan güven halk arasında ne yazık ki düştü. Pankart açan gençlere 15 yıl veren adalet, 35 kişiyi yakanların davasının defterini kapatınca, o gençler de bir anda gözden düştü.

Ben Muşamba için komik ve eğlenceli şeyler yazayım diye yırtınırken gülmek, eğlenmek, gündemimde geriye düştü.


Çok mu düştüm üzerinize? Dilinizden düşürmezsiniz artık beni. Düşe kalka geçinir gideriz.


Gökten üç elma düştü: Biri Adem ile Havva'ya, biri Newton'un kafasına, biri de Steve Jobs’a… Apple’ın değeri 515 milyar dolar olmuş. Hayırlı olsun. Yeni iPad de piyasaya daha yeni düştü.

Keşke bütün olan biten, ben uyurken yaşanmış olsaydı da uyandığımda “Tüm bunlar birer düştü” diyebilseydim.

Düşenin dostu olmaz.

“Karanlığa küfredeceğine bir mum yak!” sözü vardır Çinlilerin. Oysa Sivas’taki olay tam tersi cereyan etti; karanlığı isteyenler ateş yaktı; biz şimdi ateşe küfrediyoruz. Ateşten korkutuyorlar bizi. Bir mum dahi yakmayalım, karanlıkta kalalım diye…

8 Mart 2012 Perşembe

MUŞAMBA 08.03.2012


Sevgili Muşamba,

Bu hafta yazımızı perşembeye erteledik. Neden mi? Çünkü dün yazıyı yazıp, ekleyip, gönder tuşuna basmayı unutmuşum. Tıpkı, fırına yemeği koyup açma düğmesine basmamış bir ev hanımı gibi, yemeğin pişmesini beklemişim saatlerce. Hehe, şaka şaka. Yok öyle bir şey. Dünya Kadınlar Günü’nü bekledim.


Sabah işe geldim, masamda kırmızı bir karanfil, kapında sırılsıklam, görürsen bir gün şaşırma. Sana sarı laleler aldım Japon pazarından… Neyse, gözünüz kalmasın. Sağ olsunlar, bu iş yerinde kadınları unutmuyorlar. Yılda bir gün çiçek verip gönlümüzü hoş ediyorlar işte.

Oysa kadınlar, yılın diğer günleri her türlü şeye maruz kalıyor şu hayatta, öyle değil mi? Memlekette kadının hali içler acısı. Bir toplum ne zaman adam olur, biliyor musunuz? Kadınları ihya olduğu zaman... Okuma yazma bilmeyen, aile içinde ve dışında şiddete maruz kalmayan tek bir kadın bile kalmadığı zaman… Çünkü, topluma yeni evlatlar kazandıran da kadınlar. İki üç tane sığınma eviyle, mahalle arasına göstermelik el sanatları kursu açmakla ihya olmaz kadınlar. Zihniyet değişmeli. Bunun için de yasalarda ciddi değişiklikler yapılmalı ve bunlar topluma çok iyi anlatılmalı.

Neyse ki kadına şiddet uygulayan kişilere elektronik kelepçe veya bileklik takılmasına imkan sağlayan kanun tasarısı, TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. Tabii, uygulanabilirse… Zaten önce tasarının cumhurbaşkanının onayında geçip yasalaşması gerekiyor. Şimdiden hayırlı olsun. Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.

* * *

Bu kış sesim mahvoldu. Her geçen gün biraz daha çatallandı, en sonunda rahmetli Laura Branigan’a benzedi. "You take my self control" dediğimde fark ettim. Önce, “Dumandan gevremiş, tütsülenmiş sesimle Adele'e rakip olabilirim. Eurovision’da Can Bonomo'ya vokal mi yapsam?” diye düşündüm. Çünküm, ne yazık ki uykuda geçirdiğim süre haricinde bütün gün etrafımda fosur fosur sigara içiliyor, İstanbul'un havası zaten duman… Duman da benim sesime iyi gelmiyor. Zaten Duman gurubunu da sevmem. Yazın gayet iyiyim. Kaloriferler yanmaya başladığından beri buğulu bi' sese sahibim. Tahriş edici…


Sigara demişken, Türkiye'de 1925 yılında 2 milyar 420 milyon adet olan sigara tüketimi yıllar içinde atarak 1999 yılında 114 milyar 400 milyon adete ulaşmış. Sigara tüketimi, 2000 yılından itibaren başlayan düşüşle 2011 yılında 91 milyar 210 milyon âdete kadar gerilemiş. Vay arkadaş, sigara içmesek demek ki memleketin havası daha temiz olacak, heee.

Bu arada, bilmiyorsanız söyleyeyim: Alkol ve sigara birlikte içilirse daha zararlı oluyor; ağız içi, gırtlak, yemek borusu, karaciğer ve pankreas kanserlerine davetiye çıkarıyormuş. İçmeyin diyoruz o kadar, boşuna demiyoruz. İlla birilerinin akciğerlerinizi dışarı çıkarıp size göstermesi lazım, değil mi? Bakın, sahte alkol üreticileri bile sizi sizden daha çok düşünür olmuş. İnsafa gelmişler, millet ölmesin, sürünsün diye sahte içkiye daha az alkol, daha fazla su katmaya başlamışlar.

Sahte alkol üreticilerini tutuklamışlar, hapse koymuşlar. Ortaçağ usulü endüljans satanları da tutuklamışlar. Fakat bence, cennetten tapu alabileceğine inandığı için para ödeyenleri de tutuklamalılar. Adam, 'cennetten arsa veriyoz, ev veriyoz!' diye 11 kişiyi kandırıp, 6 milyon lira çarpmış. Her saf, kendi uyanığını yaratır. Ona inananın hiç mi suçu yok? Üstelik, o 11 kişiden biri de emekli öğretmen. Onca insan yetiştirmiş. Bu saflıkla, ne olacak bu memleketin hali, şahsen çok merak ediyorum. Kesin başıma bi'şey gelecek. Ne de olsa, insanın başına ne geliyorsa ya meraktan ya da...

Muşamba’yı bitirirken sizi kargalarla baş başa bırakıyorum. Candan Erçetin'in uyanık olmayı öğütlediği şarkısı... Bugünlerde dikkatle dinlemeye ihtiyacımız var. Gözlerimiz net görmez oldu sevgili Muşamba. Hakemin gözüne gözlük! They take our self control, diyorum size inceden. Öperim yanağınızın kulaklarınıza yakın kesiminden. Yer yer ıslak öperim.



P.S: Sol üstte yer alan ankete de bir tık atalım plz.

4 Mart 2012 Pazar

PAZAR SENFONİSİ



Pazar akşamı, Yalova'dan feribotla Yenikapı'ya geliş: 75 dakika. Yenikapı'dan Taksim'e geliş: 15 dakika. Taksim’den Beşiktaş'a geliş: 30 dakika. Sebep: Beşiktaş-Trabzonspor maçı. Maçı sadece kadınlar ve çocuklara açtıkları için ortalık genç kızlar ve birkaç anne kaynıyordu. Taksim Meydanı, bu kadar kadını bir arada görmemiştir. ‘Sporun güzel yüzü’ diyelim buna. Beşiktaşlı kızlardan bazıları türbanlıydı. Trabzonsporlu kızların ise sadece birkaç tanesinin başı açıktı. Neymiş? Maç sadece kadın ve çocuklara açı olsa da, trafik çilesi bitmiyormuş.

* * *

Eğitim sisteminde 4+4+4 modeli, bence AKP’nin aleyhine olacak. Neden mi? Şimdi birçoğumuz, çocuk işçiliği artacak, okula devam azalacak, kızlar kocaya verilecek, okuldan alınacak, imam hatip liselerine girişin yaşı küçülecek, dindar/yobaz nesiller yetişecek, diye endişeleniyoruz ya? Bundan endişelenmesi gerekenler, aslında bu sistemi en çok isteyenler olmalı. 8 yıllık zorunlu eğitim yokken, okullaşma oranı daha düşüktü. Kızlar erkenden okuldan alınıyor veya okutulmuyor, evlendiriliyordu. Çocuk işçiliği daha fazlaydı. Bu da toplumun en alt kesimlerinin bazı imkânlara erişimini engelliyordu. Ancak, eğitimde fırsat eşitliğiyle beraber, toplumun en alt tabakasındaki/en uç kesimlerindeki çocuklar bile ortaokul, hatta lise okudu; daha fazla kız okula gitti, erken yaşta evlendirilmekten kurtuldu; daha az çocuk küçük yaşta çalışmak zorunda kaldı. Bu da daha fazla sayıda gencin meslek sahibi olması, makûs talihini yenmesi, daha iyi bir geleceğe kavuşarak ailesini de kurtarması gibi fırsatların önünü açmış oldu. Şu an AVM’lerde tüketerek ekonomiye can veren bir yapay orta sınıf varsa bu, biraz da bu sistemin eseridir. Çocukları 10 yaşında kendi yolunu çizmeye bırakır, ailelerin kız çocuklarını okuldan almasına, erkekleri çalıştırmasına veya evlatlarını din eğitimi alsın diye imam hatiplere göndermesine sebep olursanız ne olur biliyor musunuz? İleride erişemedikleri, mahrum bırakıldıkları her fırsat ve olanak için sizi suçlarlar. “Toplumun marjinlerinde kaldık, alt sınıftık, hep böyle kalacağız, bizi buna mahkûm eden elitler utansın!” diyerek sizi suçlarlar. Tam da ‘ülkeyi elitlerin boyunduruğundan kurtardık’ derken çok küçük yaşlarda çocukları eşitlikten mahrum bırakırsanız bu toplumu yine o hiç sevmediğiniz elitlere mahkûm edersiniz. Çünkü imkânı olan ve biraz eğitimli her aile (geçmişte ‘elit’ olarak nitelendirilen aileler), çocuğunu üniversiteye kadar okutacak ve meslek sahibi yaparak iş hayatına hazırlayacak. Ancak, eğitimini tamamlayamamış gençler, ne yazık ki, iş bulmakta zorluk çekecek; imam hatipliler de ilahiyat okumak zorunda kalacak ve iş dünyasında, yeterince donanımlı olamadıkları için, kendilerine yer bulamayacaklar. Her ilde üniversite kurularak amaçlanan diplomalı toplum yaratma projesi de sekteye uğrayacak. Şimdi tekrar düşünelim: Dindar nesil yaratmak mı daha iyi olur, meslek sahibi olabilecek nitelikte bir nesil mi?

* * *

Cumartesi akşamı kapımı zorlayarak evime girmeye çalışan hırsız! Evet sen, soldaki esmer ve siyah montlu olan! Muvaffak olamadığına sevindim. Çünkü kapıyı açıp içeri girdiğine, inan, değmeyecekti. Performans/ganimet değerlendirmesinde düşük puan alan bir ev seçmişsin. Ölçek ekonomilerinde 1 birim mal üretmekle 1000 birim mal üretmek aynı maliyete çıkıyorsa, 1000 birim üretirsin, değil mi evladım? Senin için de benim evime girmenle çok fazla ganimet toplayacağın bir eve girmen aynı maliyet, ancak elde edeceğin sonuç çok farklı. Ha, benim eve giremedin, git şansını başka yerde dene, demiyorum sana. Fakat eminim ki şu hayatta çalmadan da yapabileceğin güzel işler var. Üstte yer alan, eğitimle ilgili yazımı senin için yazdım. Küçük kardeşin de senin gibi olmak zorunda kalmasın diye... Kendine saygını asla kaybetme, bu işleri kendine layık görme. Senin atanla benimki aynı. Ben o  kadar aciz değilsem, sen de o kadar aciz olamazsın!