21 Aralık 2011 Çarşamba

ÇARŞAMBA MUŞAMBA 21.12.2011




Maya takvimine bir yıl kala…


Bugün 21 Aralık. Kış gün dönümü... En uzun gece... Hadi yırttık; bundan sonra günler uzayacak. Gecelerin uzun olmasını sevmiyorum abi. Psikolojimi bozuyor. Karanlık, insanı depresyona sokuyor. Kuzey ülkelerinin insanı niye depresif? Bundan işte. Güneş de görmüyor fukaralar, osteoporoz çok yaygın. O kadar da süt içiyorlar, ama yetmiyor şekerler. Güneşi görecen. Mahsun Kırmızıgül gibi olucan. Güneşi görmek için gerekirse 3 kıta, 2 okyanus aşıcan. O film vizyona girdiği sene mayıs sonuna kadar hava açmamıştı. Hep bulutluydu, kafayı yediydim. Benim gibi güneş enercisiyle çalışan bi insan için berbat bi durum. Film vizyona girdi, hiç unutmuyorum, 12 Nisan’dı tarih. Güneşi görmek için filmi izlemeye niyet ettim Allah rızası için. Neyse ki 3 gün sonra güneş açtı. Bataryaları ‘şarz’ ettik.

Bugünün bir anlam ve önemi daha var. Maya Takvimi’nin bitmesine bir yıl kaldı. 1 yıl sonra bugün Dünya patlayacak sananlarınız var. Öyle bir şey yok bea! Dünya’nın yok olması için kocaman bir göktaşının çarpması lazım. O zaman da Dünya değil, yaşam yok olur sadece. Dünya kendini birkaç bin yılda yeniler, üzerinde yeni yaşam türleri yeşerir. Dünya’da bu elverişli durum varken… Ha, ama böyle Ay kadar göktaşı veya kuyruklu bela gelip çarparsa, o zaman parça pinçik oluruz tabi. Parçalarımız 45 bin ışık yılı uzaklıktaki gezegene kadar gider (bkz. Dünyayı Kurtaran Adam). Fakat, Dünya’nın çevresinde daha büyük kütleli gök cisimleri varken, o aletin gelip bize çarpması da şans yani. Korkmayın. Bize bişey olmaz. Ben bize değil, Ay’a bir şey çarpacak da heder edecek diye korkuyorum. Ay biterse sen de bitersin. Sen ölürsen herkes ölür. İklimleri, okyanus akıntılarını, gel-gitleri Ay yapıyor panpitolar. Boru değil. Dünya’yı seveyim, Ay’a bir şey olmasın! Bence, not only save the planet but also save the moon, gençler.

Ha, bugünün benim içn bir diğer meali, sevgili kuzenim Pınar’ın doğumgünü olmasıdır. Kendisi İsviçre’de yaşamaktadır ve bugün takribi 17. yaşını bitirmektedir. Kendisine nice güzel yaşlar diliyorum. Öpüldün kuzen. İşviçre’den gelirkene çukulata getir.

Dangıl dungul Asterix


Obaa! Giriş yazısını amma abartmışım len! Sevgili panpitocuklar, bu aftanın magazin gündemine Memet Ali Birand (Erbil miydi yav?) damgasını vurdu. Besleyip büyüttüğü, telli duvaklı gelinlikle evlendirdiği kızları (kendi kızı değil) magazin basını tarafından görüntülenince “Onlar Vanlı. Besledik, yedirdik, içirdik, evlerine gönderiyoruz.” demiş. Bizim millet de öfke püskürecek adam arıyordu. İyi oldu. Buldunuz, saldırın anasını satayım adama. Vanlılar’ı incitirmiş, adamda insanlık yokmuş da bilmem neymiş. Abi alışamadınız mı Memet Ali Erbil’in fütursuz şakalarına. Bu adam böyle. Onu olduğu gibi kabul edip, dediği laflara fazla kafa yormayacaksınız. Yeri geldiğinde lafı çok da iyi gediğine oturtan bir insandır kendisi, ama ağzının ayarı yok işte. N'apıcaksınız? Ulan oğlum, belki adam Van için yüklü miktarda bağışta bulundu? Nerden bilyorsunuz? Em demiyor ki bunlar Vanlı depremzede diye? Sadece Vanlı diyor? (Benden iyi avukat olurmuş yeminlen) Erif bir dangıl dungul şaka yaptı diye güna keçisi ilan ettiniz. Neredeyse adamı depremden sorumlu tutacaksınız. Evet, kötü şaka, doğru. Adamı da savunmuyorum, ama olayı da bu kadar abartmaya gerek yok bence. Mali işte. (Bu paragrafta eksik olan arfi bulunuz.)

Sunum bir nohut, sun sun kokut

(Başlıktaki sun kelimesini İngilizce’deki güneş olarak okuyanı ornitorenk kovalasın!) Bu akşam Araştırma Yöntemleri dersimin sunumu var. AY 101 hehe. Hazırladım işte bir şeyler. Kafamı meşgul eden bir soruyla ilgili araştırma tasarımı hazırladım. Hani bu markalar diyorlar ya, öbür blogumuzda da yazdık, açın okuyun bir zahmet? http://savasma.blogspot.com/2011/11/skor-degil-islev.html  Ben de buna istinaden dedim ki, o zaman Facebook'ta hayran sayısı artan markanın satışlarının da artması lazım. Akşama sunum var. Helecandan ve korkudan dizlerimin bağı çözüldü. Sunumda heyecandan kokutmasak bari bebişler.

Lenovo ve Yurtiçi Kargo’nun insanı deli eden işbirliği

Bir de bizim kara komediye, vodvile, bürlesk güldürüye ve trajediye dönüşen bir bilgisayar hikayemiz var ki, yine savasma.blogspot.com adresindeki blogumda ilkini NEZLE DİYE GİTTİK BACAĞIMIZI KIRDILAR, ikincisini BİLGİSAYAR GERİ GELDİ AMA... başlığıyla kaleme aldım. Okuyun, ibret alın anacım. Ve aklınızda olsun, sakın Lenovo’dan kibrit çöpü dahi almayın. Anneme o kadar söylememe rağmen gitti aldı. Bir musibettir gidiyor, başımıza gelmeyen kalmadı. Her nevi kanaldan hakkımızı arıyoruz. Son çare olarak yasal yollar kaldı zaten. Hele bir geri gitsin cihaz Lenovo’ya da… Giderse tabi…

Ya bizde olsaydı? Hopdedix


Geçen gün Coca-cola’nın Portekiz için hazırladığı bir entegre iletişim çalışmasını izledim. Benfica’nın ürünlerinin satıldığı mağazada yere cüzdan bırakıyorlar. İçinde de Benfica’yla en büyük rakibinin maçı için bilet var, ama bilet karşı takıma ait. Diyorlar ki, bakalım cüzdanı kaç kişi yerden alıp mağaza görevlilerine verecek. Yüzde 95 müdüriyete (bu lafa da uyuz olurum) iletiyor cüzdanı. Tabi, cüzdanı verenlere hemen konfetiler yağıyor, şakşaklar çalıyor, peş peşe kolalar açılıyor içiliyor vs. (sanki şampanya patlatılıyor). İyilik, mutluluk teması işleniyor. Aman işte sizin gibi iyi insanlar kaldı mı ki, ödül size kola vs. deniyor. Güzel kampanya ne yalan söyleyeyim. Hem insanlığımızı ölçüyor hem de başarılı bir iletişim çalışması olmuş, bu videoyu viral kampanya olarak da internete yaymışlar. Herkes birbirine izletiyor. Biz de izleyip konuşuyoruz aramızda. Bu da ağızdan ağza bulaşıyor bir yandan.

Şimdi düşünün bir. Portekizliler ne kadar medeni ve hoşgörülü. Fenerium mağazasına bir Galatasaraylı’nın cüzdanını koyun. Hem de maçtan önce... Abovvv! Orada iç savaş çıkar. “Hangi Galatasaraylı bu mağazaya girme cesareti gösterdi!” diye ayaklanırlar. Müdüriyete gidip cüzdanı vermek şöyle dursun, “O Cimbomluyu bize verecen aga, ver onu dedik!” deyip adamları da döverler, kampanyayı yapan iletişimcileri de, Coca cola görevlilerini de. Rezalet çıkar şerefsizim! İşte o yüzden her türlü iletişim işini her ülkede aynı biçimde yapamıyoruk.

Büyük ikramiye çıksın mı, girsin mi?

Abilerim, ablalarım, yeni yıla 11 gün kaldı ve ben hala MP bileti almadım. Bu yıl bana çıkacak biliyorsunuz, kimseye şans tanımıyorum da, bilet almazsam nasıl çıkacak, onu da anlamış değilim. Bitmeden alsam bari.

Ev reklamı


Türkiye ekonomisinin lokomotif sektörlerinden biri inşaat. Her yerde koca koca vinçler yükseliyor. Üstelik sadece büyük kentlerde değil, küçük şehirlerde de yeni konut ve iş merkezi projeleri hız kazandı. E tabi bunu satmak için de reklam/ilan vermek gerekiyor haliyle. Günümüzün teknolojisinde inşaatlarda kullanılan malzeme aşağı yıkarı aynı. Evlerin de özellikleri birbirine benziyor. Yatak odası, salon, mutfak, banyo vs... E artık hepsinde sportif ve sosyal tesisler standart neredeyse. Balkona bahçe tasarımı da ilginç gelmiyor. Yani artık, evleri satabilmeniz için projenizi diğerlerinden farklılaştıracak bir şey bulmanız lazım. Ortada alternatif de çok olunca, bunu ancak iletişim yoluyla sağlayabilirsiniz. Tamam, bunu anladık da, konut projelerinin ilanlarında ben abartıya kaçıldığını düşünüyorum. Zaten hepsi henüz temeli atılmadan satıldığı için reklamlarda gördüğünüz imajlar da bilgisayarda yapılmış görüntüler. Yani, gerçek değil. Ev bitince bakalım öyle mi olacak gerçekten... Hadi içi aynı oldu diyelim, ya dışı? Sanırsınız ki bütün projeler ormanın içinde veya deniz kenarında. Etrafında hiç bir şey yok. Bir bakıyorsunuz konumuna, gecekonduların arasında birçoğu. Ha bir de, koordinat bildirirken, çok matahmış gibi ifade etme durumu var. “Şehre 5 dakika” (Beylikdüzü’nde), “Bütün dünyanın yolu buradan geçiyor” (havaalanına yakın), “Yeşillikler içinde” (dağın başında), “Adalar manzaralı” (Adalar’ı teleskopla görebilirisiniz)… Şehre asla 5 dakika olamaz İstanbul’da hiçbir yer. Benim evim şehrin ortasında, işe gitmem en iyi ihtimalle yarım saat. Bir evin havalimanına yakın olması avantaj olamaz. Gürültüden sinir hastası olunur orada. Radyasyon da cabası… Dağın başındaki eve ulaşım zor olur. Adalar’ı teleskopla görebildiğim evin bana ne faydası var? Hayal satıyoruz işte, n’aparsınız. Ben de reklamcıyım, bir şey diyemeyeceğim daha fazla.

Hadi salıncakla kalın, haftaya tahterevalliye binmeyi unutmayın. Noel babalar öpsün sizi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder