8 Şubat 2011 Salı

YAĞMURDA NİŞANTAŞI SOKAKLARI


Nişantaşı, İstanbul’un en sosyetik yeri olarak bilinir. Dizilere konu olan, bir ara HABİTAT toplantısına ev sahipliği yapan bu bölge (Osmanbey-Maçka-Harbiye üçgeni), bana göre ülkemizin en eli yüzü düzgün semtlerinden. Gönül isterdi ki, ülkenin tüm kalburüstü insanlarının rağbet ettiği, Hollywood ünlülerinin bile en azından şöyle bir uğradığı muhit, isminin ve şöhretinin hakkını versin. Ama nerde?

Ben Teşvikiye civarında yaşayan biri olarak bir ara işe gitmek için metroyu kullanıyordum ve Osmanbey durağından biniyordum. Ama yağmur yağdığında o yolu kullanırken tabiri caizse “kıllan”ıyorum. Canına yandığımız Nişantaşımız’ın sokaklarını hangi mühendislik harikası(!) teknolojiyle yapmışlarsa, yolun bir tarafı dere olup akıyor; diğer tarafında bir şey yok. Yani karşıdan karşıya geçmek istediğinizde ayak bileğinize kadar suya batıyorsunuz. Düşünün bir, şıkır şıkır giyinip gittiniz Nişantaşı’na. Piyasa yapacaksınız. Birden yağmur bastırdı. Yepyeni aldığınız marka ayakkabınızın canına okuyacak yollardaki su birikintileri. Ha, şükredin ki, sular çamurlu değil hiç değilse. Avcunu daldır iç, o derece temiz yani.

Bir de şemsiye krizi var kaldırımlarda. O kadar dar ki, iki kişi yan yana zor yürüyor, karşı yönden gelene yol vermek için derin kolda tek kişilik sıra (arka arkaya dizilmek) olmak gerekiyor. Bir de elinde şemsiyesiyle yürüyen insanlar oldu mu, çarpışmadan geçmenin imkanı yok. Zaten çoğunlukla o şemsiyeler aniden yağmur bastırdığı için hemencecik işportadan alınmış oluyor. Yani ucuz, canı sapında(!) olan aletler bunlar. Birisinin şemsiyesiyle çarpıştığınızda “cart” diye yırtılıveriyor. Hadi o da olmadı, İstanbul’un deli deli esen rüzgarı gerecimizi ters yüz edip bırakıyor.

Öte yandan, arabalar, sokağın kenarlarından akan derelere girmek mecburiyetindeler çünkü gidebilecekleri başka yol yok. (Şimdi anlıyorum Nişantaşı sosyetesinin neden koca koca jiplerle gezdiğini. Altı yüksek ya) Arabalar da ne yapmak zorunda kalıyor? Derelerden geçerken, kaldırımdakilere su sıçratmak! Zaten yağmurun sillesini yemişsiniz, kafanızı, gövdenizi korumuşsunuz ama şemsiye, bacaklarınız kuru tutmaya yetmemiş. Ne oluyor bir de? Arabalardan sıçrayan suyla boy abdesti alıyorsunuz! (Çok şükür)

Kısaca, yağmur yağdığında Nişantaşı-Teşvikiye civarında gezmek “bir bilgisayar oyununda olmak” haline geliyor. Amaç, Osmanbey’den eve en yüksek düzeyde ıslanarak gitmek. Oyunun başında size kupkuru giysiler ve şemsiye veriliyor. Siz su birikintilerine basarak, şemsiyeleri çarpıştırarak puan topluyorsunuz. Arada bir de arabalar su sıçratarak yanınızdan geçerse bonus alıyorsunuz. Ayağınız ne kadar derin su birikintisine girerse puanınız o kadar yükselir; şemsiyeniz eve vardığınızda delik deşik olursa ya da tamamen parçalanırsa o kadar başarılı olursunuz. Trafik yoğunluğunu da hadi opsiyonel yapalım. Yani geçen araba sayısını siz ayarlayın. Ne kadar çok araba geçerse o kadar çok bonus alırsınız.

Eve vardığınızda da “Yurdumun en medeni, en elit semti burasıysa, diğer yerleri nasıl acaba?” konulu kompozisyon yazarsınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder