8 Mayıs 2011 Pazar

KORKUYU YENMEK



İnsanın, çok korktuğu şeylerden korkmamaya başlaması mümkün mü?
Elbette. Yeter ki istesin…

Küçükken asansörden çok korkardım. Hatta, ödüm patlardı demek daha doğru olur. Nedenini tam bilmiyorum, ama ilk asansör anım, asansörde kalmakla ilgili. Çok panik yaptığımı, ağladığımı ve sanki oradan bir daha çıkamayacakmışız gibi hissettiğimi hatırlıyorum hayal meyal. Ama, daha öncesinde de asansörden korkuyor muydum, yoksa o olaydan sonra mı korkmaya başladım, hatırlayamıyorum.

Çok katlı binalara gitmek benim için kabus olmuştu o olaydan sonra. Bacak kadar çocuktum, karanlık binaların içinde, ailem asansörle çıkarken ben o merdivenleri kan ter içinde, ışıklar söndüğünde karanlıktan korka korka çıkardım. Eskiden sensörlü lambalar da yoktu. Otomatik ışık sönünce duvarda düğmeyi bulup yakmak gerekiyordu. Boyum da yetmiyordu çoğu zaman. Karanlıkta kaldığımı hatırlarım o yüksek binalarda.

Karanlıktan korkumu yenmek ve ailemi de yanımda hissedebilmek için onlara, ben iki kat kadar çıktıktan sonra asansöre binmelerini söylerdim. Ben üç veya dördüncü kata geldiğimde asansör önümden geçip gider, bizimkilerin sesi de katta şöyle bir yayılıp kaybolurdu. Işıklar sönmüşse asansörle yarışmaya çalışırdım ki kabin ışığından faydalanayım. Ama yetişemezdim tabii. Ve nefes nefese ulaşırdım istikamete. Evine gittiğimiz şahıs “Ay yazık sana! Sen neden merdivenlerden çıktın?” diye sorardı, annem de “Asansörden ödü patlıyor, bizimle çık diyoruz, çıkmıyor, inat ediyor” diyerek beni şikayet ederdi. Çoğu ev sahibinin “Bizim asansörlerimiz sağlam, bir şey olmaz” dediğini gün gibi hatırlıyorum. Ama ne yalan söyleyeyim, eskiden asansör milletine güven olmuyordu.

Sonra bir gün çok fena bir şey oldu: İlkokul 5. sınıftaydım; babam, 7 katlı bir iş hanının son katında ofis açtı. Ben neredeyse haftada bir oraya gidiyordum. Benim için nasıl bir kabus olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Neyse ki binanın içi, tavandan sızan ışıkla aydınlanıyordu. Ama, ben her defasında o yedi katlık eziyeti çekiyordum. Baktım dayanılacak gibi değil. Bir gün kendime dedim ki: Aycan, yapabilirsin! Korkudan titreyerek asansöre bindim ve 1. katın düğmesine bastım. “Sadece bir kat çıkayım bari, yolu azaltmış olurum” dedim. Asma kattan geçerken nasıl terledim bilemezsiniz. (Asansörün tam o noktada kapısı olmaz ve kabin, sadece duvar görür. Kaldınızsa ayvayı yediniz demektir. Yumruklayacak kapı, kırıp çıkacak cam yoktur.) Sakinleşmek için kendi kendime konuşarak 1. kata ulaştıktan sonra yoluma yürüyerek devam ettim. Baktım bir şey olmuyor. Daha sonra asma kat yüzünden, yorulana kadar merdiven çıkıp, asansöre üst katlardan binmeyi öğrendim. Her gelişimde bir kat fazla çıkarak asansöre bindim. Gördüm ki korkmuyorum, yolun tamamını zemin kattan itibaren asansörle gitmek için cesaretimi topladım ve bir kez kendi başıma o yolu tamamlayınca artık korkmamaya başladım. İlk bir iki sefer gene de kötü bir şey olacakmış gibi hissetsem de zamanla asansöre binmek sıradan bir şey haline geldi benim için.

Artık büyüdüm ve o korkuyu çocukken yendiğim için kendimi takdir ediyorum. Olgun yaşa geldiği halde hala asansör korkusu yüzünden merdiven çıkma eziyetini çeken insanları çok iyi anlıyorum, ama benim gibi yapmalarını öneriyorum. Artık teknoloji de ilerledi. Asansörlerin çoğu daha güvenli ve akıllı; ayrıca cep telefonu var. İtfaiyeyi bile çağırabilirsiniz acil bir şey olsa.

* * *

Bu kış snowboard yapmayı öğrendim. Hayatımda daha önce hiç kış sporu yapmamıştım (Evin yakınındaki buz pateni pistine dadanmayı saymazsak.). Çok sevdiğim bir arkadaşım bana kaymayı öğretti. Kendisi çok iyi hocaymış hakikaten, yukarıda Allah var, iyi öğretti. Bir haftasonunda derse başladık, ikinci gün akşam kendi başıma kayabiliyordum. Snowboard çok zormuş ve hemen bir iki günde öğrenilemiyormuş. Ben çabuk kavramışım. Üstelik çok fazla düşülüp kalkılırmış ki ben az düşmüşüm onun dediğine göre. Tabi, arkadaşımın, satışıyla yakından ilgilendiği Bataleon marka bordun da büyük katkısı varmış bu başarıda. O kadar iyi ve esnek bir bordmuş ve tasarımı da o kadar farklıymış ki beni çok defalar düşmekten kurtarmış. Hatta, çoğu zaman sakatlanabileceğim pozisyonlarda Bataleon sayesinde düşmekten yırtmışım. (Kötü alıştım tabi, artık başka marka bordla kayamam, hatta bir ara gidip kendime bir Bataleon alacağım, siz bu yazıyı okurken almış dahi olabilirim; hem Kavacık Proshop’ta indirime de girmiş.) 

Tabii, kaymayı öğrenmekle iş bitmiyor. Kaymak için dağın tepesine çıkmanız gerekiyor. Ya telesiyeje ya da teleskiye bineceksiniz. Telesiyeje binmek bile yeterince zor benim için. Bordumu elime alıp oturuyorum; inerken kaymadan, düşmeden toparlanmaya çalışıyorum; oysa, kaymayı iyi bilenler tek ayakları bağlı biniyor telesiyeje. Ben onları görünce heyecanlanıyorum valla; nasıl korkmadan bunu yapabildiklerine şaşıyorum.

Ama, kimi yerde teleski denen alet ile yukarı çıkmaya mahkumsunuz. Yani, T-bar denen, kayakçıların sopasına düz oturduğu, bordçuların ise yan durup bacaklarının arasına aldığı alet... Ben ikinci kez dağa gittiğimde, arkadaşıma beni ona bindirmesi için ısrar ettim. Senin için erken, dediyse de dinletemedi. Peki n’oldu? Bindik. Ona tutunmamı söyledi. Ben fazla abandım, bir güzel düştük, kafamı feci çarptım, neyse ki kask vardı. Ama, çok fena başım ağrıdı. Sonra "Tamam, erkenmiş gerçekten, binmeyelim" dedim. Bu defa arkadaşım, “Olmaz, şimdi binmezsen hep korkar ve binemezsin. Öğrenmen lazım.” dedi. Zorla da olsa ikinci kez bindik. Yine ona tutundum, gene panik yaptım, dengemi kaybettim ve tekrar düştük; bu sefer bacağımı fena çarptım ve iki hafta bacağımın yarısı simsiyah gezdim. O gün T-bara tövbe ettim.

Son kez dağa kaymaya gittiğimde ise yine hoca vardı yanımda. Bu sefer hocam, “Hoca varken T-bara binmemek olmaz, bana güven” dedi ve beni bindirdi. Çünkü, ilk çıkışta ben yukarı kadar yürümüştüm. Baktım ki yürüyerek bitecek gibi değil. Gerçekten eziyet. Ve hoca sayesinde- ilk binişte çok stres yapıp titresem de- ikinci ve üçüncüde rahat rahat bindim. Hatta sonlara doğru T-bardan keyif almaya bile başladım. Şarkılar söyledim, eğlendim.

Demek ki insan, mecbur kalınca korkularını bir kenara bırakıp mecbur kaldığı şeyi yapıyor. Bir kere yapınca da “Aa, ne kadar kolaymış!” diyor. Çünkü, korkular kafamızda. Ve onları yenmek için, istemek yetiyor. T-bar korkumu yenmeye karar vermesem, yenemezdim. Asansörü de... Çünkü, aslında ortada korkacak bir şey yok. Örneğin, aslandan korkmak doğru bir harekettir, çünkü aslana kimse yaklaşamaz; yaklaşırsanız sizi parçalar. Ama, asansöre ve T-bara milyonlarca insan binerken siz binemiyorsanız, sorun sizdedir ve o sorunu çözmeniz gerekir. Başkalarının yaparken korkmadığı bir şeyi yapmak günlük hayatınızı etkileyebilir. Bungee Jumpingten korkmaktan bahsetmiyorum bakın, herkesin yaptığı ama sizin korktuğunuz şeylerden bahsediyorum. Yeter ki isteyin.

Size bu nasihatleri verirken, son korkumu nasıl yenerim diye düşünüyorum. Onu da yenince, nasıl yendiğimi paylaşmayı umuyorum.

1 yorum:

  1. Korku sadece bilinmeze olan merakımıza inanmaktır. Dünyasını yeniden keşfederek , korkularını sindirebilen insanlara açıyorum bu birayı.

    YanıtlaSil