Biliyorum, birçoğunuz şu Eurovision denen şarkı yarışmasını pek önemsemiyorsunuz, ama her sene bu konuda yazılır çizilir, yok şu sanatçı katılsın yok şarkımız Türkçe olsun vs. tartışmalar yaşanır ve siz de ister istemez bu konuda görüş beyan edersiniz. Ben ise bu seneki şarkımızı veya başarı(sızlığı)mızı tartışmayacağım. Konuya biraz magazinsel biraz da komple teoriksel(!) yaklaşacağım.
Çocukluğumdan beri birkaç istisna hariç tüm Eurovision şarkı yarışmalarını izledim. Sıkı bir takipçiyim. Bir Eurovision fanı mıyım? Değilim. İzlemesi keyif veriyor, ama kendimi paralamıyorum. Herhangi bir ülkeyi şiddetle desteklemiyorum. Lakin, diyebilirim ki, bu yılki yarışma, izlediğim en acayip yarışmaydı. Yarı finalinden finaline kadar acayiplikler bitmek bilmedi.
Öncelikle, bu sene şarkı kalitesi yerlerde sürünüyordu. Bizim yarı final grubundaki şarkılar içinde Live It Up en iyilerden olmasına rağmen nasıl elendiğine şaşırdım açıkçası. Bu memleket Gülseren adlı ne idüğü belirsiz bir sanatçının Rimi Rimi Ley gibi garip şarkısı ve abuk subuk şovuyla bile finale yükselirken nasıl oluyor da Live It Up gibi bir şarkıyla finale kalamıyor, orasını bilahare tartışırız. Gurbetçilerimiz Yüksek Sadakat’i pek sevemedi anlaşılan. Açıkçası, benim için de Yüksek Sadakat, melankolik şarkılar söyleyen garip bir grup. Şimdi gitsinler bana Mekke ya da Kudüs’ten kart atsınlar. Ayrıca, karizmaları Eurovision için yetersiz. Sahnede de bunu gösterdiler. Hadi bizi geçin, diasporası sayesinde en kötü şarkısıyla bile finalde ilk 10’a giren Ermenistan nasıl finale yükselemedi, onu da anlayamadım. O da yetmedi, Dana International gibi geçmişte ülkesine birincilik getirmiş bir şarkıcıyla ve güçlü lobisiyle İsrail’in de yarı finalden çıkamaması bana sürpriz oldu.
Gelelim finale… Bu yıl trend, dik saçlı apaçi şarkıcıları sahneye çıkarmaktı sanırım. Bir de ortalığı 1990 ve daha sonrasında doğmuş çocuklar basmıştı. Bir ara TRT 23 Nisan Çocuk Şenliği’ni izliyorum sandım. İrlanda’nın çim adamları ve garip koreografisi ise bir anda kendimi Yetenek Sizsiniz Türkiye’de hissetmeme neden oldu. Galiba yarışmayı bu yıl Acun Ilıcalı organize etmiş.
Şarkı kalitesinin düşük olduğunu belirtmiştim, ama bu yıl şarkılarda esinlenme tarzı bazı acayiplikler de vardı. Onlara da değineyim en iyisi. Arnavutluk’un ve İsviçre’nin şarkıları bana çok tanıdık geldi. Hoş, bizim şarkı için de bir takım şaibeler dolaştı ortada, ama aslı astarı çıkmadı. İsveç ise Bonny M’in Rasputin şarkısının girişini aynen kullanmış. Bu yarışma hani özgün şarkı yarışmasıydı? Fakat, İsveçli çocuk o kadar sempatik ve enerjikti ki, açıkçası o araklama şarkıyla birinci olacağını bile düşündüm. Oylamanın sonuna kadar ilk sıralarda gitmesine rağmen ne yazık ki yarışmayı üçüncü tamamladılar. Ne enteresandır ki, genelde ‘mother land’ Rusya’ya 12 puan veren İsrail, şarkıcısı yarı Filistinli olan İsveç’e tam puan gönderdi.
Ha, bu arada, ülkelerin komşularına tam puan sıvamalarını burada işlemeyeceğim, ama sunucumuz Bülent Özveren’in puanlama sırasındaki isyanlarına değinmeden edemeyeceğim. Yunanistan Kıbrıs’a veya Kıbrıs Yunanistan’a 12 puan verirken; Rusya Ukrayna’ya veya Ukrayna Belarus’a 12 puan gönderirken, Moldova ile Romanya 12’şer puanı karşılıklı servis yaparken isyan eden Bülent Özveren bu sene samimi bir itirafta bulundu ve “Aynı şey Almanya ile bizim için de geçerli” dedi. Buna rağmen, bütün gece Bülent Özveren ve diğer sunucu ağabeyimiz, Azerbaycan ve Bosna-Hersek’e kim kaç puan verdi, onun çetelesini tuttular ve yüksek puan vermeyene kızdılar adeta. Çuvaldızı kendimize batıralım; ‘qardash’ Azerbaycan yarışmaya dahil oldu olalı bizim de işimiz kolaylaşmadı mı sizce. Son yıllarda 12’şer puanı karşılıklı hediye etmiyor muyuz birbirimize? Eskiden oylamalarda yalnız kalıyoruz, kimse bize puan vermiyor, diye üzülmüyor muyduk? Neden Güney Kıbrıs Yunanistan’a tam puan verince tepki gösteriyoruz ki?
Sonra bir de değişmez Eurovision manzaralarından biri, her sene illa ki eli gitarlı bir yalnız oğlanın uyuz bir şarkıyla yarışmaya katılıp oldukça iyi puan almasıdır. Bir de yine eli gitarlı bir centilmenler grubu olur ki onlar da mutlaka favori falandır. Ve yine bir yalnız kızcağız, ninni gibi bir şarkıyla prim yapar ama kazanamaz (Kazanabilse Semiha Yankı kazanırdı). Bu sene de bu manzara değişmedi anlayacağınız. Lakin, son yıllarda gelenek, bir önceki yılın birincisini taklit etmek olduğundan bu yıl şarkılar ve sahne şovları oldukça sadeydi, nitekim geçen yılın birincisi Lena, sahnede tek başınaydı, hatırlarsanız. Bu sadelik iyi oldu bana kalırsa, çünkü geçmiş yıllarda şov prim yapıyor düşüncesiyle sahne giysileri, makyajı ve koreografiler hayli abartılıyordu. Bu sene kafamızı dinledik, diyorduk ki 15. sırada sahneye çıkan Moldova tavan yapan acayipliği ve özgüveniyle beni benden aldığı gibi takdirimi de topladı. Sipsivri külahlar ve acayip şarkılarıyla tüm o vasat şarkılara meydan okudular ve eğlendirip gittiler. Ben bir ara kazanacaklar falan diye düşündüm, ama gene yanıldım.
Gelelim komşu Yunanistan’a... Kıvanç Tatlıtuğ kılıklı bir şarkıcıyla Ceza kılıklı bir repçi sahnedeydi. Ama, kim kime 'featuring' ediyordu anlayamadım. Yani esas oğlan Kıvanç mı Ceza mı belli değildi ve onlar o hip hop mu zembetiko mu olduğu belli olmayan şarkıyla finale kaldıkları gibi yarışmayı da yedinci tamamladılar, Allaam yalebbim(!) Bir zembetiko yapıyorlar sahnede, bir break dance; tam bir komedi.
Bir de Eurovision’ın birçoklarımıza garip gelen final dörtlüsü vardı ki bu sene beş oldular. EBU’nun kurucu ülkelerinden ve yarışmaya ilk yapıldığı yıldan bu yana katılan İspanya, İngiltere, Almanya ve Fransa her sene direk finale kalıyor. O yüzden de kimse onlara puan vermiyor. Çünkü, yarışmayı sonradan keşfeden ve yeni yeni dahil olan doğu Avrupa ülkeleri işi hırs yapıp birbirlerine oy verdiklerinden, kimse bu zavallıları takmıyor. İtalya bile birkaç yıl önce, puanlamadaki saçmalığı protesto ederek yarışmadan çekilmişti. Bu sene dönmüş. Tabii, direk finalde yarışmak kaydıyla... Ne yalan söyleyeyim, dönüşleri muhteşem oldu, ikinci oldular çünkü.
Gecenin bombasıysa bence bu zamana kadar yarışmayı takmıyor havalarında gelip özgüveniyle sermayeden yiyen İngiltere’ye bile yarışmayı son sıralarda tamamlamaktan gına geldiğini görmemiz oldu. “EBU’ya parayı bastırıyoruz o yüzden her sene direk finale kalıyoruz, bu şarkı yarışması da demode oldu zaten, eğlenelim” bari diyerek 8.sınıf şarkıcılarını yollayan Birleşik Krallık, Prens William’ın evlenmesi şerefine bu yıl yarışmaya dünyaca ünlü pop grubu Blue’yu göndermişti. Oldukça da iddialıydılar, ama yetmedi. Onun yerine, onlarınkine çok benzeyen şarkısıyla sahneye çıkan Azerbaycan ipi göğüsledi.
Bu yıl belli bir favori olmadığından mıdır, şarkılar vasatın altında olduğundan mıdır nedir, puanlar verilirken son 7-8 ülkeye gelinene kadar kimin birinci olacağı belli değildi. Azerbaycan son ana kadar İsveç, İrlanda ve İtalya’yla mücadele etti. (Azerbaycan'ın şarkısını da bir İsveçli'nin bestelediğini not edelim.) Bu sene finalde biz yoktuk, ama Azeri kardeşlerimiz finale kalamadığımız için bozulan moralimizi(!) fazlasıyla tamir etti. Gece boyunca Türk bayrağını elinden bırakmayan Azeri solist Nigar, tüm Avrupa’nın tepkisini çekti. Yarışmayı kazandıktan sonra şarkısını yeniden seslendirmek üzere sahneye gelirken bile bayrağımızı taşıyordu. Tüm gece Twitter’dan Avrupalı fanları takip ettim ve hepsinin aynı soruyu sorduğunu gördüm: Azeri kızın elinde Türk bayrağı ne arıyor? Ben cevap vereyim: Azerbaycan büyük ihtimal seneye bu organizasyonun altından tek başına kalkamayacak, bizden oraya hem teknik hem de maddi manevi destek gidecek. Bayrak, “İmdat! Bize yardım edin!” anlamına geliyor.
Azerbaycan’ı yürekten tebrik etsem de, aklımdaki şu komplo teoriksel soruyu bastıramıyorum: Azerbaycan’ı birinci yapabilmek için birileri kasıtlı olarak İsrail, Türkiye ve Ermenistan’ı final dışı mı bıraktı? Bu kadar sağlam oy potansiyeli olan üç ülkenin aynı anda finale kalamaması sizce tesadüf mü? Üstelik, Live It Up finalde yarışan birçok şarkıdan hakikaten çok daha iyi olmasına rağmen…
Son söz: Seneye bizi Nihat Doğan ve Pascal Nouma ikilisi temsil etsin diyenler parmak kaldırsın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder