Canı sıkılır insanın bu şehirde. Sımsıkı olur canı, kolay çıkmaz sanırsın ama ömrü de kısalır insanın bu berbat şehirde. Bırakıp gidemezsin bu suyu, bu havayı. Bu bataklık kötü alışkanlıktır. Zararlı olduğunu bilirsin ama vücut kimyan ona bağımlı hale gelmiştir, bırakamazsın. Kendini ufka bakarken dört duvar arasında hisseder, krize tutulursun. Canın her defasında daha yüksek dozda girmek ister pisliğin içine. En sonunda da altın vuruş yapar, kendini öldürürsün bu berbat şehirde. Son nefesini verirken “Yedin bitirdin beni İstanbul” diye bağırarak...
İstanbul...
Öylesine güzel bir şehir, öylesine cilveli, öylesine albenili... Köprüden ya da boğazdan geçen herkese “Gelsene” diye işaret eden bir kent... İnciler dizilmiş gerdanını öpmek için herkesin bir defa da olsa görmeye can attığı bir yeryüzü parçası... Havası, iklimi, coğrafi yapısı eşsiz. Ama ya beşeri donanımı bu canım kentin?.. İnsanı?.. Tamam, Anadolu’nun insanı saftır, temizdir, iyi niyetlidir ama, şu kentin kendine has büyüsü, insanı da kendine benzetir.
Dışarıdan bakınca eşsiz güzelliğe sahip bu sevimli toprak parçası, belki de kendisine zerk edilen bir zehir sonucu melek yüzlü şeytana dönüşmüştür, ne dersiniz? Belki de maske takıyordur İstanbul. O büyüleyici güzelliğin altında çirkin bir cadı vardır ve kendini çekici göstererek bizi tuzağa düşürüyor; hayatını devam ettirmek için kanımızı emiyordur. Belki de İstanbul’a birisi büyü yapmıştır. Her gelen kendini kaybetsin, bir daha bulamasın diye...
Başına her ne geldiyse bu şehrin bilmiyorum, ama yüzyıllardır adına türküler, besteler, şiirler düzenlere kulak vermek gerek. Demek ki herkes hissediyor aynı büyüyü. Bu iyi bir büyü değil, inanın. Eğer İstanbul’a iyi bir büyü yapılmış olsaydı, buraya gelen herkes mutlu olurdu. Turist olarak gelmekten bahsetmiyorum. Yerleşmiş durumda olanların mutsuzluğundan bahsediyorum. Dünyanın en güzel şehrinde, dünyanın en mutsuz, keyifsiz insanları yaşıyor. Herkesin suratında üzgün bir maske var gibi. İstanbul, kendi tertiplediği maskeli baloya çağırmış sanki üzerinde ikamet edenleri. Üzerine yapışmış kanını emen parazitlerden intikam alıyor.
İstanbul’a olumlu katkılar yapanları bu kümenin dışında bıarakarak söylüyorum ki, evet, hepimiz birer parazitiz. İstanbul’un sırtına yapışmış, damarına resmen pipet sokmuş durumdayız ve kanını emiyoruz bu güzelim şehrin. El birliğiyle kıyıyoruz canına. Yerlere tükürüyor, sokaklarını deşiyor, üzerine çirkin binalar yapıyoruz. Bize direniyor şehir. Bizi harap ediyor. Bizi depresyona, yalnızlığa sürüklüyor. Biz onu kirlettikçe, denizini grileştirdikçe, derelerini bulandırdıkça, ormanlarını kazıdıkça, havasını pislettikçe, İstanbul bizi boğuyor kendi kusmuğunda. Doğanın intikamı acı olur diye öğrettiler bize okulda. Doğa da üzerine çöreklenen medeniyetten intikamını, başta o medeniyeti meydana getiren insanları aynılaştırarak alıyor. Farkında değil misiniz? Artık bunalımlarımız bile tek tip oldu.
Fukuyama doğru söylüyordu: Tarihin sonu gelmişti. İstanbul’da artık tarih yazacak boş arsa kalmadı. Tarihi içimize çekeceğimiz temiz hava kütlesi, istikbali göreceğimiz gökyüzü parçası kalmadı ki. Kendimizi hapsettik daracık sokaklardan yükselen çirkin, koca koca binaların arasına. İstanbul bizi hapsetti, üzerimize ilaç döküp bizi böcekler gibi zehirledi. Uyuşturdu. Kanını emen parazitlerle mücadele ediyor bu heybetli kent.
Unutmamamız gereken bir şey var: İstanbul bizden büyük. Hepimizden... Her birimizin toplamından da büyük. Kocaman bir medeniyet(sizlik) adası burası. Aklımızın alamayacağı kadar büyük. Kimse kendini kandırmasın bu şehri alt edeceğini, hep saf ve temiz kalacağını düşünerek.
İstanbul’un eylemleri artarak devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder